SOLAK EŞKIYA
Cumhuriyetin ilk yıllarında Pınarbaşı, Tomarza ve Sarız kırsalında Solak adında ünlü bir eşkıya yaşardı. Bu eşkıyanın iki karısı yedi çocuğu vardı. Para ile adam öldürür herkesin istediğini tereddüt etmeden yerine getirirdi. Çoğu kimseler düşmanından değil Solak eşkıyadan korkarlardı. Her hangi bir olaya karıştığı zaman, izini kaybettirir uygun bulduğu bir zamanda köyüne gelirdi. Korkusundan onu kimse Jandarmaya ihbar edemezdi. Böyle bir zaman da köye geldi.
Gençliğin de sevipte evlenemediği Eşe’nin kocası ölmüştü. Eşe’ye başsağlığı dilemek için onun evine gitti. Tesadüf o anda Eşe’nin evinde kendisinden başka kimse yoktu. Eve girip sedire oturdu. Eşe ona hoş geldin dedikten sonra.
Solak: Çok üzüldüğümü söyleyemem, yine de başın sağ olsun. Nihayet kocan öldü. Ben seni istiyorum. Şimdi elime düştün. İki karım var sende gelirsen üç olur ne çıkar. Sende beni istiyorsun, bana geleceksin değil mi? Öyle değil mi kız, haydi söylesene?
Eşe: Şuraya terbiyenle geldin, terbiyenle git. Ben iki avrat üzerine varacak karı değilim. Hem de sen eşkıyanın birisin. Ben senin gibi eşkıya biri ile evlenmem. Bu gün değilse yarın, karıların çocukların ölü haberini alırlar. Benden vazgeç. Hiç de umutlanma.
Solak: Ciddi ciddi bakarak; Kız demek ben eşkıya olduğum için beni beğenmiyorsun, öyle mi? Şimdi sen görürsün diyerek Eşe’ye saldırdı. Boğuşma bir hayli zaman sürdü kaba kuvvete gücü yetmeyeceğine aklı kesen Eşe, dur Solak dur? Bilmiyordum beni bu kadar istediğini, hem de sevdiğini, şimdi inandım diyerek kendini Solağın kuvvetli kollarından kurtararak yana fırladı.
Solak iki kolları ve iki dizinin arasından fırlayıp çıkan Eşe’ye yorulmuş bir kurt gibi baktı kaldı. Eşe’nin konuşmasını bir şeyler söylemesini bekledi.
Eşe: Solağın canavar gibi bakışından ürktü. Konuşmasını yumuşatarak, uydurma şefkatli gözlerle baktı. Solağa yaklaştı yanına oturup, elinden tuttu. Bak Solak’ım senin yanına nasıl geldim hemen. Görüyorsun ki ben de sana tutkunum. Kocamı ben hiç sevmedim zati beni gönülsüz vermişlerdi. Onun öldüğüne öyle sevindim ki şimdi beraber olmak ne güzel. Seni denemek için böyle kızdım. Sana hangi kadın karşı koyabilmiş ki ben karşı geleyim.
Solağın ağır ağır hırsı indi kalkıp sedire oturdu. Eşe’yi dinliyor gözlerini ondan ayırmıyordu.
Eşe: Bu aşkımı sana ispat edeceğim, ama kocam öleli daha bir ay olmadı. Kırkı çıksın, kırk birinci günü akşam gel beni kaçır. Ben de seni karanlık kavuşunca mezarlıkta dikili büyük salın arkasında beklerim inan bana. Şu anda sen de beni el âleme rezil etme. Haydi, şimdi git birileri gelmeden. Beni de mezarlıkta bekletme mutlaka gel, söz veriyorum sana...
Solak, yenilmiş acemi bir güreşçi gibi ayağa kalktı. İşaret parmağını Eşe’ye uzatarak; Bana bak, hiç bir kahbelik kabul etmem. Bu gün ile on beş gün say parmaklarınla, seni gelip mezarlıktan alacağım. Dağa götüreceğim, bir daha da düze inmeyeceğim. Sözünde durmaz, bana bir kahbelik yapacak olursan, bil ki sonun ölümdür.
Eşe: Solak’ım ben seni bilmez olur muyum? Dağlarda seninle diken üstünde yatsam, bana gül bahçesi olur. Sen de sözünde durmayıp, ellerin dilinde zil taktırıp oynatma beni. Bu günle on beş gün, seni mezarlıkta beklerim. Emi aslanım Solak’ım benim.
Solak sakinleşti, güler yüzle, kız bu sözlerini çok beğendim ve gidiyorum. Geri kalanı da sen düşün diyerek çıkıp gitti.
Eşe Pazara gidip kendisine entarilik pazen kumaş almayı bahane ederek Aziziye’ye gitti. Aziziye’ye varıp kumaş aldıktan sonra, beraber gittiği köylülerine, Tepe Mahallede bir tanıdığını görmeye gideceğini, bir saate kalmayıp geri geleceğini söyleyerek ayrıldı. Doğru Jandarma karakoluna gitti. Karakol kumandanına gözyaşları içinde Solakla aralarında geçen her detayı anlatarak onlardan yardım istedi. Yıllardır Jandarma Solak’ı takip ediyor bulamıyordu. Mahkemeden de vur emri çıkmıştı. Bir türlü ele geçiremiyorlardı. Bu ünlü eşkıyayı, yakalamak için bundan daha iyi fırsat ele geçmezdi. Eşe ile aralarında neyi nasıl yapacaklarını anlaştılar. Kumandan Eşe’nin omzundan tutarak, Bacım senin sayende, çok masum ve günahsız kişiler ölümden kurtulacak. Bundan sonra ne sıkıntın olursa olsun gel bu karakol sana daima açık olacak dedi. Eşe gözyaşı ile kumandanın elini öperek, hiç bir şey olmamış gibi köylülerinin yanına döndü. Daha sonra da köylerine geldiler.
Kararlaştırılan gün akşamı köy evlerinin lambaları sönerken, ay ışığında Solak’ın at üstünde geldiği görüldü. Eşe de evden çıktı mezarlığa doğru yürüdü. Solak da mezarlığa geldi. Mezar taşlarının arasında atını gezdirerek Eşe Eşe diye hafif sesle çağırmaya başladı. Solak’a cevap olarak, bir Jandarma erinin sesi... Teslim ol Solak! Solak bu sesi duyar duymaz gerisine bakmadan karavana ya bir el silah sıktı. İkinci silah sesi, büyük bir mezar taşının arkasında pusu da bulunan Jandarmanın silahının sesi oldu. Tam göğsünden Solak kurşunu yedi. Attan aşağıya düşerek kısa bir zamanda öldü. Sabaha kadar ölüsünün yanına kimseler varamadı. Sabahleyin daha fazla asker gelerek, bu namlı eşkıyanın ölüsünü halka göstermek için o zamanki adı ile Aziziye şimdi Pınarbaşı kazasına götürüp üç gün boyunca halka teşhir ettiler. Böylece çevre köylüler ve kasabalılar rahat bir nefes aldı. Eşe’nin sayesinde.
Eşkıya da olsa cani de olsa herkesin bir yananı, seveni olur. Solak’ın da yanan bir bacısı vardı. Kardeşine aşağıdaki ağıtı yaktı.
Mezarın içine düşmüş
Otlar yolmuş tutam, tutam
Seni vuran bir Jandarma
Utan babam oğlu utan
Mor kefiye (1) sallar elim
Duyunca kırıldı belim
Nasıl kıydın, itin oğlu
Yedi yetim, çifte gelin
Ayar babam oğlu ayar
At üstünde, tavşan kovar
Halı heybe, kara yamçı (2)
Korkuyorum nazar değer
Atların alır yarışı.
Söyler yılışı, yılışı (3)
Aziziye ye elettiler
Düşman gülüşü, gülüşü