Aa: Ak, beyaz. |
Aaa: O anda yapılan bir iş veya davranışın aşırıya kaçtığı durumlarda kullanılır. |
Aabbavv: Aşırıya kaçan durumlarda "hayret ünlemi" olarak kullanılır. |
Aal: Ağıl. Tarla veya bahçeler arasında çalılardan örülmüş duvar. |
Aaz: Ağız. İneğin yavruladıktan sonraki ilk sütü. |
Abarı: Şaşkınlık, hayret ifadesi . |
Abarii : Şaşkınlık, hayret ifadesi . |
Ablak: Parlak, yuvarlak, dolgun yüz. |
Acar akça: Katkısız, saf gümüş para. |
Acar: Yeni. |
Acarlamak: Tazelemek, yenilemek. |
Acem: İran, İranlı. |
Acep: Acaba. |
Acer: Yeni . |
Acısu: Yozgat Alaca arasında yer adı. |
Adı batasıca: Domuz. |
Ağ: Ak, beyaz. |
Ağar: Ağır, yavaş. |
Ağcalıoğlu: Kozan'ın Akçalı köyünü kuranlardan ünlü biri. |
Ağdam: Kadirliye bağlı köy. |
Ağır devlet: Gösterişli yaşam. |
Ağır sohbet: Koyu, derin, ustaca söyleşi. |
Ağlık: Aklık, beyazlık. |
Ağu ağacı: Zakkum ağacı. |
Ağyar: Sevgili. |
Ağzı yumulasıca: Ölesice. |
Ah ü zar: Ah çekmek ve ağlamak. |
Ahdetmek: Gayret göstermek. |
Ahır Dağı: Kahramanmaraş'ın kuzeyindeki dağ. |
Ahir zaman: Son zaman, kıyamet günü. |
Ahlat: Yaban armudu. |
Ahmet Bey: Padişah fermanıyla İstanbul'a sürgün edilen Elbeylioğlu Ahmet Bey. |
Ahval: Haller, durumlar. |
Akaba: 1. İniş, meyilli yer. 2. İki dağ arasındaki geçit. 3. Eğimli, yokuş. |
Akdağ: Yozgat ilinin Akdağmadeni ilçesi. |
Akkale: Kozlu - Andırın - Göksun arasında yer adı. |
Akköprü: Kozan - Kadirli arasındaki Çukur Köprü. |
Al: Hile. |
Alabaş: Bir tür küçük, çizgili motifli kavun türü. |
Alaf çalmak: Alev çalmak. Sıcak ve nemli havanın etkisiyle oluşan etki. |
Alağbak: Siyahlı beyazlı, güvercin büyüklüğünde bir kuş. |
Alamaç: Hızlı yanan alev. |
Alay: Herhangi bir törende veya gösteride yer alan topluluk. Genellikle üç tabur ve bunlara bağlı birliklerden oluşan asker topluluğu. |
Alayı: Hepsi . |
Alemençik: Bir kuş türü. |
Alenmek: Dalga geçmek, durmak. |
Alınışın: Alınınca. |
Alim Allah: Allah bilir. |
Alkış verme: Dua etme. |
Allah abatlar veresi: Allah temiz,açık bahtlar versin. |
Altınbulak: Kars ili, Sarıkamış ilçesine bağlı bir köy. |
Amanat: Emanet. |
Amber Ağanın Pınarı: Kayseri İli, Pınarbaşı İlçesi, Kızılören Köyünde sulak bir mevkiidir. |
Anaç: Yaşı ilerlemiş, gözü açılmış |
Anarıya gitmek: Daha çok taşıtların geri geri gitmesi demektir. |
Anca: Ancak |
Angara: Ankara |
Apalak: Babayiğit, iri yarı adam yarması. |
Aralı: Aralıklı, uzak. |
Arısili: Tertemiz. |
Arıya gitmek: Tüketim malzemelerinin kullanılmaz hale gelmesi veya getirilmesi demektir. |
Arnac: Karşılık. |
Asbap: Giysi . |
Asi Suyu: Hatay ilinden geçen Asi ırmağı. |
Aşam: Akşam |
Aşılak: Aşılanmış. |
Aşma: Ağıllardan geçen yol, yolak. |
Aşşa: Aşağı. |
Avara: Boş gezen, işi olmayan anlamındadır. |
Avarlık: Biber, patlıcan vs. ekilen yere denir. |
Avrat: Hanım. |
Ayakyolu: Tuvalet. |
Ayampur: Aşırı nemli hava. İnciri olgunlaştıran hava olarak bilinir. |
Ayaz: 1. Duru, sakin havada çıkan kuru soğuk. 2. Çok soğuk hava. |
Ayın esgisi: Eski ay. Bu zamanda kesilen ağaç daha uzun süre dayanır. |
Ayrık: Bir tür ot. |
Azık: Yiyecek, yol yiyeceği, erzak. |
Aziye: Aziziye, Kayseri ili Pınarbaşı ilçesinin eski adı. |
Aziziye: Kayseri ili Pınarbaşı ilçesinin eski adı. |
Bab: Giriş, kapı. |
Babamoğlu: Erkek Kardeş |
Bacı: 1. Büyük kız kardeş, abla. 2. Kız kardeş. |
Baç: Haraç |
Bağır: Göğüs kafesi. |
Bahadır - Bahadırlı: Kırıkhan yöresinde oturan bir Türkmen oymağı. |
Bahta bakan: Bukelamun. |
Bambıl: Pirecik. Tohuma düşen böcek. |
Başı esik: Başı eksik anlamında kullanılır. Tam dolu olmayan. |
Batasıca: Ölesice anlamında azarlama. |
Batçı: Ucu sivri deynek. |
Batman: Sekiz kiloluk eski bir ağırlık ölçüsü |
Bay: Varlıklı, zengin. |
Bayır: Yokuş. |
Bayramcalık: Bayramlık. Bayramda giyilmek için alınan giyecekler. |
Bazlama: Kalın pişirilen saç ekmeği. |
Bea: Bey. |
Bedel: Askerlik yapmamak veya yapılacak süreyi kısaltmak isteyenlerin devlete ödedikleri para. |
Bekere: Çıkrıklarda eğrilecek ipin dolandığı yer. |
Belcen: Kuru incir |
Belik: Saç örgüsü. |
Bellemek: Öğrenmek . |
Bensinmez: Önemsemez. |
Beylanlı: Belenli |
Bıçgı: Testere. |
Bıldır: Geçen sene, geçen yıl. |
Bılız: Yaramaz çocuk. Ermeni çocuğu. |
Bibi: Hala, babanın kız kardeşi. |
Bider: Tohum. |
Bidon: Plastik kavanoz. |
Binboğa: Binboğa dağı. |
Binek taşı: Ata binmek için üstüne çıkılan yüksekçe taş. |
Bir bonak yamır: Yağmurun birden başlayıp durması. |
Bire: Bir çeşit hitap şekli. |
Birine şişmek: Birinin hoşuna gitmesini istediği davranışlarda bulunmak. |
Bisseel: Az sonra. |
Bişme: Güveç. |
Bişşek: Yayıktaki ayranı karıştırmaya yarayan çubuk. |
Biyaktan: Az önce. |
Bocit: Sürahi. |
Bor: Ekin tarlaları arasında ekilip sürülmemiş otu bol olan yer. |
Boran: 1. Sis, duman. 2. Şiddetli kar, fırtına, kasırga. 3. Şiddetli yağmur, sağanak. Rüzgâr, şimşek ve gök gürültüsü ile ortaya çıkan sağanak yağışlı hava olayı. |
Boru: Borazan |
Bostan: Küçük bahçe. |
Boşandırmak: Bir delikten geçirmek. |
Boyunduruk: Çift süren veya arabaya koşulan hayvanların birlikte yürümelerini sağlamak için boyunlarına geçirilen bir tür ağaç çember. |
Boz gıranı: Bozaran otların üzerine düşen kırağı. |
Boz: 1. Açık toprak rengi. 2. Kül rengi, gri. 3. Sarışın |
Böğür: Vücudunun kaburga ile kalça arasındaki yan bölümü. |
Böö: Örümcek. |
Böön: Bugün |
Böön: Bugün. |
Börk: Takke. |
Börkenek: Kapşon. |
Börtlenmek: Haşlanmak, yanmak, ısınmak, kızarmak. |
Bre: 1. Ey, hey anlamında kullanılan bir seslenme sözü. 2. Be yerine kullanılan bir seslenme sözü. 3. Vay anlamında şaşma bildiren bir seslenme sözü: Bre, bu ne büyük gemi! 4. Şaşkınlık, coşku anlatan bir seslenme sözü. |
Bre: Erkekler için kullanılan samimi ifade. |
Bu ne şaal iş: Bu ne biçim,çeşit iş. |
Bucak: Ekinin sararmadan önceki hali. |
Buhur: Erkek deve. |
Buncaaz: Bu kadar, Bu kadarcık. |
Buncalış: Bu sefer. |
Bunsukmak: Dumandan, isten bunalmak. |
Bük: İçine girilemeyen çalılık. |
Bük: Yokuşta kıvrımlı yoldan kıvrımın son görülen ucu. |
Büvelek: Bir çeşit hayvanlara iğne batıran sinek. |
Büvet: Küçük havuz. Kısıtlı imkanlarla yapılan havuzcuk. |
Caa: Banyo lavabo. |
Caalak: Mutfak, banyo gibi yerlerin atık su gideri. |
Calak: Olmamış Küçük karpuz. |
Caldırtı: Ses, herhangi bir şeyin etrafını etkileyerek ses yapması. |
Camız: Manda. |
Camlatmak: Çerçeveletmek. |
Cangama: Çekişmek, tartışmak, gürültü etmek, etrafı rahatsız etmek. |
Cangama: Laf kalabalığı |
Carbık: Çok konuşan, tartışan kişi (bayanlar için kullanılır) |
Cardın: Farenin büyüğü |
Carsa: Bir kumaş türü |
Cascavlak: Üzerinde hiçbir şey olmayan, kel. |
Cehdetmek: Çalışıp çabalamak. |
Celfin: Piliç |
Celse: Oturum. |
Cemkirmek: Gereksizce bağırmak. |
Cere: Turşu küpü. |
Cerek: Çadır kurmada kullanılan uzun ağaç. |
Ceren: Ceylan. |
Cerit: Ceyhan bölgesinde bir Türk oymağının adı. |
Cescevlek: Biçimsiz |
Ceyran: Elektrik |
Cıba: Domuz yavrusu |
Cıda: Kargı, sopa gibi savaş aracı, savut. |
Cıkıl: Madeni para |
Cılbak: Çıplak. |
Cılk: Bozulmuş yumurta |
Cıllıcı: Kavgacı, oyun bozan |
Cıllımak: Yan çizmek, oyun bozanlık yapmak. |
Cıncık: Cam parçası. |
Cıngar çıkarmak: Kavga çıkarmak, anlaşmazlık çıkarmak, cıllımak |
Cırcır: Fermuar, patos. |
Cırlavuk: Kayseri Kocasinan İlçesinin Mahallesi (Eskiden Köydü). |
Cırnavık: Ağustos böceği |
Cırtık: Tırnak, diken çiziği |
Cilkes: Tamamen |
Cirpinti: Maki türü |
Ciyeriyin sapından vurulasın: Ciğerinden hastalanasın, ölümcül hastalığa yakalanasın |
Coruk: Küçük, yumurtlamayan tavuk |
Cöb: Cep |
Cuvara: Sigara |
Cübür: Cüprenti, suyun yüzeyinde bulunan kurumuş yaprak, gazel. |
Cücüğ: Cücük,Civciv, Kuş yavrusu. |
Cüllük: Hartlap ağacının meyvesi. |
Cüprenti: Cübür, suyun yüzeyinde bulunan kurumuş yaprak, gazel. |
Çaal: Genellikle tarlaların kullanılmayan yerindeki toplanan taş yığını. |
Çaardek: Ayçiçeği. |
Çakıldak: Koyunların kuyruklarının altına yapışıp kuruyan pislik. |
Çalkama: Çalkamaç, çalkambaç, ayran. |
Çalkamaç: Çalkama, çalkambaç, ayran. |
Çalkambaç: Çalkama, çalkamaç,ayran. |
Çandır: 1.Gelişmemiş 2. Karışık durum. |
Çapa: 1.Tarlada ürünlerin arasını süren tarım aleti 2. Büyük kazma. |
Çapıt: Bez parçası. |
Çardak: Evin dışında oturmak için kullanılan "kamelya" |
Çarık: Topuğu bükülmüş ayakkabı. |
Çarpana: Kuş avlamak için kullanılan lastiklerde (sapan) içine taş konulan deri bölüm. |
Çarpı: Bazı evlerde tavanı örten mertekleri (yuvarlamaları) kapatmak için kullanılan ve tahta yerine döşenen sağlam ardıç odunları. Bu odunlara "yartmaç" denir. Avşarlar, düzgün, sağlıklı kadınlara "yartmaç gibi avrat" derler. |
Çatal oda: İki odalı. |
Çatalavrat: Bir böcek türü |
Çatırtı: Herhangi bir şeyin ani veya hızlı ses çıkarması |
Çaygara: Su içmek için su kaynağının önüne yapılmış küçük havuzcuk. |
Çebiç: Oğlağın büyüğü |
Çekişmek: Ağız kavgası. |
Çeltik: Kabuğu ayıklanmamış pirinç. Pirincin tarladaki hali |
Çen: Ceviz içi. |
Çen: Parça, yarım, diğer yarısı |
Çenedini ayırmak: Bacaklarından ayırmak. |
Çepel: Bulaşık |
Çepelce: İmamoğlu deresinin kaynağıdır. |
Çerçi: Seyyar satıcı. |
Çeşmi: Göz. |
Çeten: Traktörde römorkun üzerine tahtalarla ilave yapılmış şekli. |
Çetil: Fide |
Çevrengeç: Suyun döndüğü yer. Kıvrımlı akıntı. |
Çezmek: Çözmek. |
Çığ: Tarhananın kurutması için üzerine konulduğu uzun ince kamışların yan yana konulması ile yapılan örgü. |
Çıırmak: Seslenmek. |
Çıkın: İçine yiyecek veya diğer eşyaların konulduğu bez parçası. |
Çıkla: Tamamen |
Çıkmak: Bulunduğu yeri bırakıp başka yere geçmek, taşınmak, ayrılmak, ilgisini kesmek. |
Çıkmak: Kocası ölen gelinin baba evine dönmesi. |
Çıkrık: Yün eğirmek için yapılmış; kasnak, bekere ve ayaktan oluşan mekanizma. |
Çıngıl: Küçük dal. |
Çınkı: Parça |
Çıtımık: Menengiç ağacı |
Çıtırtı: Herhangi bir şeyin etkisiyle çıkan küçük ses. |
Çili: Pamuğun çiğ yağdıktan sonra kabuğuyla beraber toplanması. |
Çilpik Küçük parça: Küçük parça |
Çimmek: Banyo yapmak, Yıkanmak. |
Çinçik: Kuş |
Çinke: Küçük parça (saydam taş için de kullanılır) |
Çisemek: Çiğ gibi, çiğe yakın. |
Çomça: Kepçe . |
Çotul: Ağacın kollarının ilk ayrıldığı yer |
Çömçe: Büyük tahta kaşık. |
Çukur: Kozan - Kadirli karayolunun Adana yol ayrımında bir köy. Çukurköy de denir. Şimdiki adı Naşidiye, Kadirli'ye bağlı. |
Çul: Keçi kılından dokunan yaygı olarak kullanılan düz desensiz dokuma. |
Çüven: Davul tokmağı. |
Daarmen: Değirmen. |
Dabaka: Tütün tabakası. |
Dabanca: Tabanca. |
Dalamak: 1. Köpek, kurt vb. hayvanların dişlemesi, ısırması. |
Dalkılıçlı: Türkmenlerde bir oba adı. Kadirli'nin Mehmetli ve Azaplı (Avşarlı) köylerinde otururlar. |
Dalle: Taş dizilerek oynanan bir oyun. |
Damah: Cimri (tenezzül etmek) |
Damın duluğu: Evin köşesi. |
Damızlık: Herhangi bir şeyin çoğalması için saklanan numune, örnek |
Dar ikindin: İkindinin akşama yakın bölümü. |
Darbız: Toprağın nemi. |
Davış: Ses, herhangi bir şeyin hareket ettiğini belirten ses. |
Dayramak: Aşırı gerilmek. |
Değişin: Değince, değdiği zaman. |
Delaa: Delikanlı. |
Demlik: Sürekli |
Dene: Tane . |
Depegolu: Traktörle pulluk, çapa, gaster gibi tarım aletlerinin yukardan da bağlantısını sağlayan alet. |
Depgi: Genellikle tarhanayı pişirirken karıştırmak için kullanılan araç. |
Depik: Tekme. |
Depmek: 1. Tekme atmak, tekmelemek. 2. Tepmek, çifte atmak. 3. Çiğnemek, ezmek. |
Derviş Paşa: Fırka-i İslahiyye komutanı, müşir (mareşal). |
Deşirmek: Dilenmek . |
Deşirmek: Toplamak |
Devlikisüün: Ertesi gün. |
Deyi: Diye |
Dezze: Teyze. |
Dıdısının dıdısı: Sisileli, dolambaçlı durumlar için kullanılan bir söz. |
Dıkılmak: Girmek, katılmak. |
Dıkız: Az nemli. |
Dıngırcını avlamak: Bir olayın ayrıntısını öğrenmeye çalışmak |
Dıngıt: Saçın traş makinasıyla sıfır numaraya kesilmesi |
Dışlık: Keyif. |
Dik: Meyili çok olan yer |
Dil: Anahtar |
Dilber: Genç kız. Alımlı, güzel kadın. Gönlü alıp götüren güzel. |
Dinelmek: Ayakta durmak. |
Dingil: Tepe, uç nokta. |
Dink: Tahılın kabuğunu yumuşatmaya ve ayırmaya yarayan , hayvanın çevirdiği büyük taş silindir. |
Diremince: Herhangi bir şeyin tam oturması. |
Dirgen Dağı: Binboğa dağlarının içinde, Afşin ilçesinin batısındaki dağ. |
Dirgen: Ekin sapını patosa vermede veya bir yere taşımada kullanılan alet. |
Diyarmen: Değirmen. |
Dokanmak: Dokunmak. |
Dokurcun: Dokuz taş. |
Dombalak: Takla |
Doru: Gövdesi kızıl, ayakları ve yelesi koyu renkli olan, yağız at. |
Döğme: Döğülüp kabuğu çıkartılmış buğday, yarma. |
Dölek durmak: Düzgün durmak. |
Dölek: Düzlük yer. |
Döş: Göğüs, bağır. |
Döşek: 1. Yatak. 2. Kağnıda üzerine eşya konulan kalın ağaç direk. 3. Kağnının yük konulan tahta kısmı. |
Döşek: Yatak. |
Dövme : Buğday, arpa, mısır, bezelye vb.nin iri çekilmişi, yarma. |
Döyüsün: Deyyusun. |
Dulda: Yağmur, güneş ve rüzgann etki etmediği kuytu, ulaşamadığı yer. |
Duluk: Şakak üzerinde saç ile sakalın birleşimi olan kısım. Surat, yanak. |
Duşka: Çene. |
Dutmaç: Eriştenin ekşili mercimek veya pirinçle pişirildiği bir tür yemek türü. |
Duvar: Düvel, devlet. |
Düşek: Kişinin düşüp öldüğü yer. |
Düşürdüler al vurdu ya: Hile, pusu. |
Düven: Gem. Buğdayı harmanda öğütmek için kullanılan altında sivri taşların çakılı olduğu, öküzlerin çektiği bir araç. |
Ebeş: Çirkin sarışın. |
eee! eee!: Arka arkaya yapılan hatadan sonra söylenen bir ünlemdir. |
Eerelti Meşe: Meşe. |
Efe: 1. Kadın erkek arasında kullanılan çağırma ünlemi. 2. Gelinin kayınbiraderini çağırmak için kullandığı sözcük. Yiğit. |
Eferim: Aferim. |
El lehençesi: El ve ayak yıkamak için kullanılan araç. Seyyar lavabo. |
Elbeyli: Avşar Türkmenleri içinde bir oymak. |
Elçi: İki kişi arasında söz getirip götüren, bunu iş ve huy edinen (kimse). Kız istemeye gönderilen kimse, görücü, dünür. |
Elefetsiz: Manasız. |
Eletmek: İletmek, ulaştırmak. |
Eli belinde: Genellikle çardak ve hayma yaparken kullanılan, direkle tavanı oluşturan ağacı bir birine bağlayan ağaç. |
Eli kuşlu olmak: Avlanmak için alıcı kuş beslemek. |
Elkızı: 1. Gelin. 2. Kadın, eş. |
Ellam: Her halde. |
Elleem: Her halde anlamındadır. Yanlış bilinen bir durum sonrası da söylenir. |
Ellengeç: Yengeç |
Ellice: Tava. |
Ellik: Ekin biçerken parmaklara takılan elçek. |
Elyazı: Dadaloğlu (Özler - Taf) kasabasından Zelfin (Üçkonak) arasında kalan ve Toklar bucağına doğru uzanan düzlüğün adıdır. |
Emeğim çobana döndü: Emeklerinin boşa gitmesi. |
Emilik: Keçinin yeni doğmuş yavrusu. |
Emmi: Amca. |
Endirmek: İndirmek. |
Enek : En iyisi. |
Enek: Bilye oynarken, dikilen madeni para. |
Enik: Hayvan yavrusu. |
Erinik yağ: Bekleme süresini uzatmak için tereyağın eritilmiş ve tuzlanmış hali. |
Erinmek: Üşenmek. |
Erkeç: 1. Üç ya da dört yaşlarında olan enenmiş erkek keçi. 2. Keçi sürüsünün başından giden iri ve güzel yapılı, erkek keçi. |
Esbap: Giysi |
Eseri mıkı: Büyük çivi. |
Esse mi?: Essah mı? Sahi mi? Gerçekten mi? |
Eşe: Anşa, Ayşe. |
Eşgere: Aşikar, apaçık, herkes tarafından fark edilebilen. |
Eşiklik: Evin giriş kısmı. |
Evlensek: Evlenmeye aday, evlenmek isteyen kişi. |
Evmek: Acele etmek. |
Evreeç: Yufka ekmeği döndürmek için kullanılan ağaçtan yapılan yassı araç |
Evsin: Kuş avlarken, kuştan gizlenmek için yapılan çalılardan yapılan evcik. |
Eye ekiştirmek: Zaman geçirmek, ayak sürümek. |
Fak: Tuzak. |
Fakı: Fakih, hoca. |
Fakih: Fakı, hoca. |
Fedik: Kaynamış mısır, buğday tanesi, hedik. |
Felfellemek: Sendelemek. |
Feriştah: En iyi, en üstün. |
Ferman: Padişah buyruğu. |
Fılcırtmak: Düzensiz bir şekilde atmak. |
Fırfırı: Küçük yağmurlama. |
Fırgat: Firkat, Ayrılış, ayrılık. |
Fırıştak: Fırıldak, topaç. |
Fırka-i İslahiye: 1864 sonlarında Fırka-i Islahiye adı altında bir kuvvet oluşturulmasına karar verildi. Kurulan Fırkanın kumandanlığına Dördüncü Ordu Müşürü Derviş Paşa ve fevkalade memuriyet-i mahsusa sıfatıyla da Ahmet Cevdet Paşa tayin edildi. 1865-1866 yıllarında Çukurova, Cebel-i Bereket (Gavur Dağı) ve Kozan dağlarında devlet idaresini yeniden kurmak üzere oluşturulmuş askeri kuvvet. |
Fırkat: Firgat, Ayrılış, ayrılık. |
Fışgırık: İlaçlamada kullanılan motorsuz, elle çalışan zirai mücadele aracı. |
Filteke: Çatal iğne. |
Filtik filtik: Paramparça. |
Firez: 1. Ekin. 2. Yeni çıkmağa başlamış ekin. 3. Biçilmiş tarlada kalan tahıl kökleri, anız. 4. Harman süpürgesi yapılan ot. 5. Ocakta odunları tutuşturmak için kullanılan kuru ot, ve ince dallar. |
Firik: Buğday başaklarının olgunlaşmamış hâli. |
Firtik: Uyanık gözü açık (bayanlar için). |
Fiske: Eski aydınlatma aracı |
Fistan: Entari. |
Fiyd: Küçük bir kuş türü. |
Fuzulİ masraf: Fuzulİ masraf, Gereksiz yapılan harcama |
Gabırlık: Mezarlık. |
Gabıt: Pardüso kaban. |
Gaco: Hoyratça hareket eden genç. |
Gada: Dert, hastalık, belâ. |
Gadanı alıyım: kazanı, derdini, belanı alayım. |
Gadasını almak: Tasasını, kazasını, derdini, belasını, kaygısını, kederini almak, üstlenmek. |
Gadef: Kulplu bardak, kadeh. |
Gafası firirek: Anormal davranışlarda bulunanlar için söylenir. |
Galan: Kalan, Artık, şimdi. |
Galın: Kalın, başlık |
Galice potin: Bir cins topuklu potin, ayakkabı. |
Galiç: Orağın küçüğü. |
Gallep: Güvercin. |
Galli: Sincap. |
Galp: Ağır hareket eden. Kanı ağır. |
Gamgı: Odunun kesmenin etkisiyle oluşan parçası. |
Gamiş: Kamış. |
Gandak: Büyük çukur. |
Gapıt: Kaban |
Gaplık: Raf. |
Gara erk: Siyah renkli deve. |
Gara guş: Kara Kuş, Kartal cinsindan kuşlara verilen genel ad. |
Gara guvan: Fenni olmayan, uzun, el yapımı kovan. |
Gara: Kara. |
Garaa: Kargı. |
Garaböcük: Salyangoz. |
Garaçalı: Dikenleri uzun ve çok olan bir maki türü. Karaçalı |
Garakış: Zemheri, Karakış, Kışın ilk ayları. |
Garaltı: Tam seçilemeyen, ne olduğu anlaşılamayan görüntü. Karartı. |
Garamak: Kızarak suçlayıcı sözler söylemek. |
Garanışmak: Karanlık olmak |
Gar'ardıç: Karaardıç, ardıç ağacının en iyisi. |
Garbi: Batı rüzgârı. Batıdan esen ılık yel. |
Gareen: Hoş kokulu bir ot türü. |
Garez etmek: İnadına yapmak. |
Garsambaç: Kar pekmez karışımı yiyecek. |
Gasbalık: Avlunun tahtadan yapılmış kapısı. |
Gasıl: Arpanın yeşil, başak çıkarmamış hali. |
Gaster: Modern ilaçlama makinesi. |
Gaşşak: Keçi, koyun gibi küçükbaş hayvanlar için yapılan korunak. Koyun ve keçi konulan ağaçlarla çevrilen, üzeri açık veya kapalı yer. |
Gatık: Ayran (Torba gatığının özenerek ayran haline getirilmesi.) |
Gavırga: Patlamış mısır |
Gavıt: Kavrulmuş buğday yada mısır öğütülerek yapılan yiyecek. |
Gavur dedengil: Ot türü |
Gâvur: 1. Dinsiz kimse. 2. Müslüman olmayan kimse. 3. Merhametsiz, acımasız. 4. İnatçı. 5. Kâfir. |
Gaydasına böyle geldi: Kafiyesine uydurmak. |
Gazel: Kurumuş yaprak. |
Geçeli: Karşılıklı |
Geliç: Ot türü |
Gem: Düven. Buğdayı harmanda öğütmek için kullanılan altında sivri taşların çakılı olduğu, öküzlerin çektiği bir araç. |
Gemini gevmek: Bir olayı yapmak için istekli bir şekilde beklemek |
Genden ağlamak: İçten ağlamak. |
Gıb gırmızı: Kıpkırmızı |
Gıcı: Kırcı, Dolu ile kar arasında, küçük taneli yağış. |
Gıcık: Hoş olmayan. |
Gıcır: Yeni, taze. |
Gıcilo: Tohum. |
Gıçıırık: Kıçı kırık, beğenilmeyen |
Gılik tomatis: Küçük domates. |
Gımçıtmak : Koparmak. |
Gınamak: Kınamak. |
Gır kişmir: Sarışın birinin güneşin etkisiyle daha da sarışınlaşması. |
Gıralaaç: Kıral Ağacı.(zomzalak) |
Gıran dıkıla: Kıran gele, gelsin. Kökü kurusun! |
Gırçarmak: Niyetinin kötü olduğunu belli etmek |
Gırıflamak: Küçük parçalara ayırmak. |
Gırızet: Eski bir kumaş çeşidi |
Gırklık: Koyun, keçi gibi küçükbaş hayvanların yününü kesmek için kullanılan ilkel makas. |
Gırrıbak Goptu: Ortalık karıştı. |
Gırtgırtı: Gagası uzun bir kuş türü. |
Gısga: Küçük soğan tohumu. |
Gısıkmak: Herhangi bir şeyin sıkışması. |
Gısır gısır torba: Dokuma olmayan hazır, naylon karışımı(naylondan) olan torba. |
Gıvratmalı: Burmalı (bilezik) |
Gıyamat gımı: Herhangi bir şeyin çok olduğunu belirtmek için kullanılan bir söz. |
Gıyılgan: Maddesi ağaç olan her maddeden batıcı, delici küçük parça. |
Gıymık: Odun parçası. |
Gıyrak: Küçük kum veya toprak parçası. |
Gızılbacak: Ot türü |
Gızınmak: Isınmak |
Gidek: Gidelim. |
Gimi: Gibi. |
Gocunmak: Alınmak |
Goddik: Ukala |
Goğsuk: Oyuk, delik, boşluk. |
Gompile: Komple. Hepsi, tamamı. |
Gongulu gook: Boş, kovuk |
Gontak: Araba anahtarı. |
Goo etmek: Dedi kodu etmek. |
Goode: Vücut. |
Gopli: Sürülmüş tarladaki kesekleri ezmek ufalamak için kullanılan tarım aleti. |
Goynek: Fanila. |
Goyurmak: Salıvermek, bırakmak, koyvermek. |
Goza çıbıı: Pamuğun yapraksız çubuğu. |
Gö: Mavi, masmavi. Gök, gökyüzü. |
Göbelek: Şapkalı mantar. |
Göcek güpre: Buğdayların göceklemesi(çoğalması) için atılan gübre. |
Göde: Şişman |
Göğ: Açık mavi. |
Göğ: Gök. |
Gökcek: Güzel, alımlı, yakışıklı. |
Gökgülü sarı: Göğüs kısmı sarı olan küçük bir kuş türü |
Gön: Deri |
Göo: Yeşil. |
Göönmek: Göyünmek. Ateş veya ısının etkisiyle, yanmaya yaklaşmak. (Neredeyse yanmak.) |
Göööm gö: Olgunlaşmamış |
Göp: 1. Kağnının arkasındaki tahta. 2. Kağnının önündeki tahta. 3. Kağnının ön ve arka tarafındaki tahta. |
Görestim: Bir kimseyi veya bir şeyi görmeyi, kavuşmayı istemek, göreceği gelmek, özlemek |
Görücüyüm: Göreceğim. |
Göstere: Kayseri ilinin Tomarza ilçesinin eski adı. |
Götün götün gitmek: Geri geri gitmek. |
Göynek: Gömlek |
Gubarmak: Şişmek |
Gulunç: Kulunç, Omuz. |
Gumbilis: Kominist |
Gunnacı: Gebe |
Gurhana: Mezarlık. |
Gurk tavuk: Civciv çıkarma zamanı gelen, çıkarmak isteyen tavuk. |
Gurmut: Ahlat türü. |
Guruyer gunduzu: Gayış kanat |
Guşana: Küçük leğen. |
Guşana: Süt kabı |
Guvan: Kovan |
Guyruu tıpılatmak: Can vermek (guyru titiretmek) |
Gücücüğ: Küçücük. |
Gücük: Kısa. |
Gülgülü: Kırmızı. |
Gülle: Bilye. |
Gümbür: Ağaç yayık. |
Gün: Güneş. |
Güvermek: Yeşermek. |
Güz: Sonbahar. |
Ha deyince: Haydi deyince. |
Habba: Fatma, Habibe. |
Habe: heybe. |
Haçan: Ne çabuk, ne zaman. |
Hakına: Yavrulamamış keçi. |
Hakını avcuna koymak: Gereğini yapmak, dersini vermek |
Halaka: Gezmek. |
Halbır: Kalbur. |
Halep garası: Yeşil karpuz türü. |
Hall’uşağı: Hall’oğlu sülalesi. |
Hambalis: Aşılı mersin.(Maki türü) |
Hamut: Koşum hayvanlarının boynuna geçirilen ve araba kollarına tespit edilen koşum takımıdır. |
Hamzan: Tereyağı saklanan kap. |
Han' oldu: Hani nerde kaldı? |
Hapban gımı: Bir parçanın tamamıyla istenilen yere düşmesi. |
Hapban: Kuş tutmak için yapılan kapan. |
Haral: Harar. Kıldan dokunmuş, Ketenden yapılmış büyük çuval. |
Harap: Ören |
Harar: Haral. Kıldan dokunmuş, Ketenden yapılmış büyük çuval. |
Hardalatsız: Biçimsiz |
Hartlap : Kocayemiş. |
Hasıla: Bir yazı veya sözün anlamını daha kısa ve özlü biçimde veren yazı veya söz, hülasa, fezleke, ekspoze, özet. |
Hasır: Saz, kabuk, yaprak vb. bir bitki maddesiyle örülmüş taban veya tavan örtüsü. |
Hasta yoklamak: Hasta ziyaret etmek |
Haşventi: Küçük çalı, yaprak karışımı kırıntı. |
Havrana: Yakası ve yenleri geniş kürk. |
Hayf: İntikam, öç. |
Hayıf: Öç, intikam. |
Hayıflanmak: Acınmak, üzülmek, yerinmek, esef etmek. |
Hayla: 1. Şimdiye dek. 2. Hem de. 3. Gerçekten. 4. Nasıl. 5. Çok. 6. Evvel, önce. |
Hayma: Genellikle güneşten korunmak için dört direk üzerine yapılır, üzeri ağaç dallarıyla kapatılır. |
Hayma: Ot yığını (özellikle kış için toplanmış olan). |
Hazele: Geveze, afacan. |
Hebil: Yabani sarmaşık |
Heebe: Heybe. İki cebi olan, dokunmuş, eskiden eşya taşımak, gübre atmak için kullanılan bir eşya. |
Heelece: Nasıl. |
Helik: Küçük taş parçası. |
Helke: Satır, su kabı. |
Hellen hellen etmek: Emaneten duran, sallanan, her an yıkılabilir. |
Hellenmek: Sallanmak. |
Hergetmek: Tarlayı sürülerek nadasa bırakmak. |
Herif: Bey, Erkek. |
Heril: Çiçekli kumaş. |
Hers: Hırs, kızgınlık, öfke. |
Hetif: Üzüm döküntüsü |
Heyle: Nasıl |
Hıllangaç: Salıncak |
Hımbıl: Eskiden, kağıtlara yazılan kelimeleri bulmayla ilgili bir oyun. |
Hıncırık: Hayvanların tekmesi. |
Hıntıbığım Kesildi: Nefesi kesildi. |
Hırtık: Eklem yerlerinin kayması, zedelenmesi. |
Hışgımı: Epeyce. |
Hışım çıktı: Yoruldum. |
Hışırlı: Pamuğun kabuğuyla toplanmış hali. |
Hıta: Acur. |
Hobak: Çocuk oyuncağı, topaç. |
Holluğu inmek: Hevesinin gitmesi, isteğinin bitmesi. |
Holungu: Büyük sopa. |
Hombuluna almak: Omuzlarına almak. |
Hopilik: Tohum. |
Hopuna almak: Sırtına almak. |
Horanta: Evdeki nüfus. Ev halkı. |
Horum: Susamın sapıyla beraber kurutulması için belinden bağlanmış ve bir birine yaslanmış koni hali. |
Horuzlanmak: Diklenmek. |
Hoşarlanmak: Hoşuna gitmek. |
Hotacı: Cömert, yüce gönüllü. |
Hoza: Boyun atkısı. |
Hozak: Olgunlaşmamış incir. |
Hozu: Kanı soğuk. |
Hölümek: Tohumu su ile karıştırarak, tohumun nemlenmesini sağlamak. |
Höpürdetmek: Ses çıkararak, kahve veya çay içmek. |
Hörtük: İşe yaramaz. |
Höykürmek: Yüksek sesle ağlamak. |
Hu: 1. Ahırda hayvan yiyeceği konulan yer, yemlik. 2. Saptan yapılan korunak. |
Hûn: Kan. |
Hunu: Kahramanmaraş’ın Afşin ilçesine bağlı köy. Şimdiki adı Antaş. |
Huysukmak: Tehlikeden haberdar olmak, bir yere gitmek istememek. |
Huzulu masraf: Huzulu masraf, Gereksiz yapılan harcama |
Hümzünmek : Yeltenmek. |
Hüs: Sus. |
Ihmak: Devenin çöküp oturmasıdır. |
Iralanmak: Sallanmak, bir binanın sallanması |
Irbık: İbrik |
Irgalamak Irgalamak: 1. Yerinden oynatıp sallamak, sarsmak. 2. İlgilendirmek. |
Irkıl: Bir şeyi kendine çekmek, ulu, büyük. |
Irzı kırık çocuğu: Irzıırın çocuğu. Irkı bozuk, soyu belirsiz. |
Irzıırın çocuğu: Irzı kırık çocuğu. Irkı bozuk, soyu belirsiz. |
Ismarıç : Sipariş. |
Ismarlamak: Bir şeyin yapılmasını veya getirilmesini, bu işlerle uğraşan birine söylemek, sipariş etmek. |
Istar: Halı, kilim tezgahı. |
Işgın: Sürgün, filiz. |
Işgıya: Eşkiya |
Işımadan: Şafak sökmeden |
Izıcık: Az, biraz. |
İbili: İbibik kuşu. |
İçlik: İşlik, gömlek. |
İçlik: İşlik, Yelek altına giyilen mintan. |
İdirolluk: Traktörlerin arka kısmındaki hidrolik kollar . |
İkirciklenmek: Huylanmak, şüphelenmek, kötü bir durum sezmek. |
İl: 1. Ülkenin vali yönetimindeki bölümü, vilayet. 2. Şehrin niteliklerini taşıyan büyük yerleşim yeri. 3. Ülke, yurt. 4. Eski Türklerde devlet. 5. Aşiret, oymak. |
İlahane: Lahana. |
İlançe: Büyük leğen. |
İliksiz: Yaramaz |
İlvan: Gösteriş, çalım, kibir. |
İneemen: Kertenkele benzeri bir sürüngen. |
İrecepli: Recepli Avşarları. |
İskân: Yerleşme, yurtlanma, habitat. |
İskele: İskenderun iskelesi. |
İsmarıç: Sipariş. |
İşlik: İçlik, gömlek, yakasız gömlek. |
İt gılı postal bağı: Başı dibi olmayan, gereksiz, kayda değer bir şey olmayan. |
İtaa: Ekmek yapılırken yere serilen bez. |
İzah: Açıklama. |
Kadıoğlu: Kahramanmaraş'ta ünlü bir aile. |
Kakılı: Pek çok, yığılı, dolu. |
Kamalak: Katran cinsinden bir çam çeşidi, sedir. |
Kaman: Pınarbaşı İlçesinin bir köyü. |
Kanı garrah olmak: Yağma etmek, ganimete doymak. |
Kaput: Palto |
Kara yadırgı: Daha fazla yabancı. |
Karaardıç: Ardıç ağacının en iyisi. |
Karacanavar: Domuz |
Karakaya: Toklar nahiyesin de bir bölge. |
Karakış: Zemheri, Garakış, Kışın ilk ayları. |
Karbeyaz: Payas'ın doğusunda bir kasaba. |
Karı: Yaşlı, ihtiyar kadın. |
Katık: Yağı alınmış yoğurt, ayran |
Keçik: 1. Başörtüsünün ensede saçların altından geçirilip tepede bağlanmış durumu. 2. Başörtüsünün uçlarını çene altından geçirip tepede bağlama biçimi. 3. Başörtüsünün başın kulaktan üst kısmını sararak alında bağlanmış durumu. 4. Kadınların kullandığı uzun başörtüsü. |
Kehni: Küçük çapa. |
Kekre: Tadı acımtırak, ekşimsi ve buruk olan. |
Kele: Daha çok kadınların kullandığı “Ayol, hey, yahu” anlamında bir hitap sözü. |
Kelekesten: Kertenkele. |
Kelle: Koparılmış kafa. |
Kemha: Bir çeşit ipekli kumaş. |
Kepmek: Bina, duvar vb. Yıkılmak, çökmek. |
Kerçine: İnadına, aksine. |
Keri: 1. Sonra, geri. 2. ötürü, dolayı. |
Kertiş: Kertenkele. |
Keskenmek: Vurur gibi yapmak, vurmaya davranmak (el, sopa ile). |
Kesme: Meşe çeşidi |
Keşkere: Yük taşımada kullanılan bir alet. |
Kıska: Soğan Tohumu. |
Kısrak: Dişi at. |
Kızışma: Girişme, saldırma. |
Kilden: 1. Su tası. 2. Bardak. 3. Hamamtası. |
Kildirmek: Fırlatmak |
Kiravuzlanmak: Erkeğin bir hanımı almayı çok istemesi, heveslenmesi, elde etmeye çalışması, dolanması. |
Kirkit: Halı kilim dokumak için kullanılan demir alet. |
Kirmani: Kirman kentinde yapılmış eğri kılıç. İran'da bulunan bu kentin ustaları en iyi kılıç yapmalarıyla ünlüydü. |
Kirmen: Elde yün eğirmeye yarayan tahtadan yapılmış araç. |
Kirtik: Ufalanmış sabun parçası, |
Kirtilini çıkarmak: İliklerini sökmek |
Koç Dağı: Sarız- Pınarbaşı yolu üzerinde, Tahtalı dağları içinde bir dağ. |
Koraf koraf: Öbek öbek, küme küme. |
Koyağa mazı yağması: Her şeyin bir zamanı var demek. "Demir tavında dövülür" gibi. |
Kozan: Adana ilinin bir ilçesi. |
Kozanoğlu: Kozanoğlu Ahmet Bey. |
Kökgüç: Ucu sivri sopa. |
Kömeç: Ebegümeci. Yaprakları yemek yapmada kullanılan bitki. |
Könçek: Bezden yapılmış bayan giyeceği. |
Kör püsük: Nankör insan. |
Köre: 1. Karınca yuvası. 2. Demirci körüğünün, kömürlerin yandığı bölüme açılan deliği. |
Köryapalak: Baykuş. |
Köstü: Köstebek. |
Köşt: Üç ayaklı, sehpa biçiminde sandalye, tabure. |
Köynek: Eskiden gömlek yerine geçen bir giyecek |
Kulun: Altı aylığa kadar olan at veya eşek yavrusu. |
Kuşene: Saplı yayvan tencere. |
Kutmu: Kutnu, Pamuk veya ipekle karışık pamuktan dokunmuş kalın, ensiz kumaş çeşidi. |
Kutnu: Kutmu, Pamuk veya ipekle karışık pamuktan dokunmuş kalın, ensiz kumaş çeşidi. |
Kuyruk: Güzün doğan bir yıldız. |
Kuzgun: Bir cins iri karga. |
Kücü: Halı ve kilim dokumak için kurulan tezgahta ipleri tutan kalın sopa. |
Küçük Alioğlu: Kozanoğulları'ndan bir bey. Payas sancağının yönetimi bu ailenin elindeydi, |
Küküm: İyice, büsbütün yaşlı, kocamış. |
Küncü Baalası: Susamları sapıyla beraber kurutmak için bağlanmış hali. |
Küncü: Susam |
Künde: Her gün |
Küşne: Burçak |
Labıt: Labıt demir parçası |
Lahuri şal: Lahur kentinde yapılan bir çeşit şal. |
Lalenpe: Yassı taş. |
Laylon: Römork |
Lemerme: Nemlenme. |
Lepe: 1.Bulgur veya pirinçten yapılan bir tür yemek. (ölgünürek lepe) 2.Nohutun ıslatılıp kurutulduktan sonra dövülmesinden elde edilen yemek. |
Lo: Toprak dama çekilen taştan silindir. |
Lorşun: Kahramanmaraş’ın Afşin ilçesine bağlı köy. Şimdiki adı Altınelma. |
Loş: Düğün yemeği. |
Lotak: Yuvarlak taş. |
Löküs: Lüks (lambası). |
Maa: Uzun ağaç. |
Maarse: Meğerse. |
Mağrıp: Garp, batı. |
Mahana: Bahane. |
Makat: Demir veya tahtadan yapılmış oturak, somya. |
Malamat olmak: Rezil olmak |
Malamat: Şamatacı |
Manca: Domates salatası. |
Mangılı batmak: Adı geçmez olmak, adı anılmamak. |
Manifille: Boş hayal. |
Mart dokuzu: Bahar mevsiminin başlangıcı. Gregoryen takvimine göre martın üçüncü haftasında görülen bir fırtına. |
Massık Massık Yürümek: Ağır ağır, kaygısızca yürümek. |
Maşrık: Şark, doğu. |
Mavra Kesmek: Sohbet etmek. |
Maya: Dişi deve. |
Maytab: Şakacı. |
Meke Patlaa: Patlamış mısır |
Meke Pürçüğü: Mısır püskülü. |
Meke Sokalaa: Mısır koçanı |
Meke: Mısır. |
Melefe: 1.Yatak ve yorgan çarşafı. 2. Yastık yüzü. 3. Tandırda ısınmak için kullanılan çok büyük yorgan. 4. Yüzü olmayan eski yorgan, mitil. 5. Yorganın astarı. 6. Yatak ve minderin iç yüzü. 7. Çok eskimiş giyim eşyası. 8. Yorgan yüzü. |
Mencilis: Meclis. |
Meses: Uzun deynek. |
Mesirek: Damızlık deve. |
Mezada dökülmek: Artırma ile satışa çıkarmak, ucuza satmak. |
Mık: Çivi. |
Mıkıs: Cimri |
Midesi Cıkramak: Midesi ekşimesi. |
Midit: Mesesin ucundaki çivi. |
Miktat Paşa: Bekir Ağa'nın kardeşlerinden biri. |
Miltan: Gömlek. |
Mintan: Gömlek |
Mitil: Eskimiş, parçalanmış |
Motur: Traktör. |
Muallim: Öğretmen. |
Mucuk: Küçük sinek |
Mudara: Boyun eğme, minnet, İşi düşme durumu. |
Muhannet: Vefasız, değersiz kimselere el açmak. |
Mullara: Çizgi çizilerek oynanan bir oyun. |
Murat Suyu: İskenderun körfezine dökülen bir dere. |
Murt: Mersin |
Murtlu: Ceyhan yakınlarında köy. |
Muşamba: Bir tarafına kauçuk veya yağlı boya sürülerek su geçirmeyecek duruma getirilen kalın bez |
Muşamba: Naylon |
Mürdün: 1. Kapı arkasına dayanan ağaç. 2.Kesilmiş kullanılmak üzere uzun ve kalın ağaç. |
Mürseloğlu: Reyhanlı oymağının beyi. |
Müşdere olmak: Müşderi olmak, almayı istemek. |
Müşir: Mareşal. |
Naakıt: Ne zaman |
Namtı: Sapı olmayan bıçak. |
Narman: Erzurum iline bağlı ilçelerden biri. |
Navıtıyon: Ne tutuyorsun, ne yapıyorsun? |
Ne Tevir: Ne çeşit |
Neciimiş: Ne imiş, küçümsemek için kullanılır. |
Ninemeli: Ne yapmalı, ne gerek var, boşver anlamlarında kullanılır. |
Nişe Bulamacı: Nişe yemeği. |
Nişe: Buğdayın bekletilerek suyunun kurutulmasıyla elde edilen özü. |
Oba: El, başkaları. |
Obalar Ne Der: Başkaları ne söyler. |
Ocak: Ev, aile, soy. |
Oğuz: 1. Ogur, otağda doğan. 2. İyi huylu kimse. 3. XI. yüzyılda Harezm bölgesinde toplu olarak yaşayan ve daha sonra batıya doğru göç ederek bugünkü Türkmen, Azeri, Gagavuz ve Türkiye Türklerinin aslını oluşturan büyük bir Türk kavmi. |
Okuntu: Davetiye. |
Olucu: Olacak. |
Oluk: Çeşme. |
Omanı Pıttırmak: Belini ağrıtmak |
Omar: Ömer. |
Omusilli: Güzelim, ne güzel. |
Omuzla: Omzuna alıp getirecek kadar ağır olmayan kesilmiş ağaç. |
On yedi Bey: Çukurova'da yaşayan Türkmen oymaklarının beyleri kastediliyor. |
Ondan Kerli: Ondan sonra. |
Orakçı: Ücret karşılığı ekin biçen kimse. |
Osanmak: Usanmak. |
Oş oş: Köpek kovalama ünlemi, hoşt. |
Otluğa çıkmak: Hayvanlarını otlatmak için gitmek. |
Oynaş: Aralarında toplumca hoş karşılanmayan ilişkiler bulunan kadın veya erkekten her biri. |
Oynum Hos: Oynamıyorum, oyundan çıktım, mola |
Öğün: 1. Kez, defa. 2. Yemek vakti. |
Ölgünürek Lepe: Az pişmiş lepe. |
Öllün Körü: Ölünün körü, beddua. |
Ölük: Ölmüş, cansız. |
Ölümsek: Çok zayıf, cılız. |
Öndünc: İleride geri verilmek veya alınmak şartıyla alınan veya verilen şey. Ödünç. |
Örklemek: Hayvanları otlamaları için uzun bir iple çayıra bağlamak. |
Örme: Örgü, örülmüş ip, hayvan bağlamaya yarayan ip. |
Örtme: Evin giriş kısmı, antre. Evin önündeki düz alan. |
Ötaan: Dün , önceki gün. |
Öteberi: İhtiyaç malzemeleri. |
Ötürmek: İshal olmak. |
Özne övme: Avşarlarda damat övme türküsü. |
Özne: Damat, güvey. |
Paldın: Atların semerini vücuduna bağlayan kuşak. |
Palıt: Pelit, palamut, meşegiller tohumu. |
Pampal: Gelincik |
Pança: Avuç. |
Parke: Kaban |
Patacını Ayırmak: Bacaklarını açmak |
Pataç Bacak arası.: Bacak arası. |
Pavkırmak: Hayvan sesi. |
Payas: Hatay'a bağlı bir ilçe. Yüz yıl kadar önce Dörtyol, Payas'a bağlı bir köydü. O zamanlar Payas sancak merkeziydi, şimdi Dörtyol ilçesine bağlı kasaba. |
Pece: Penek, pencere . |
Penek: Pece, pencere . |
Perpil: Bir tür yabani siyah üzüm. |
Peşgir: Havlu |
Peşkir: Havlu. |
Pırnal: Yeşil meşe kategorisinden bir ağaç türü. |
Pırtı: Giysi, giyecek. |
Pırtmak: Yuvasından çıkmak. |
Pıslan Patır: Saklambaç oyunu. |
Pısmak: Saklanmak. |
Pıtık: 1.Yumurta 2. Bacak arası 3. Ardıç ağacının meyvesi |
Pinlik: Pinnik, Kümes . |
Pinnik: Pinlik, Kümes |
Pontil: Pantolon |
Porsumak: Herhangi bir şeyin nemden dolayı kokması, pörsümek. |
Potturmak: Bir delikten geçirmek, boşandırmak. |
Potuk: Deve yavrusu demektir. |
Potuklu: Pınarbaşı İlçesinde üç tane Potuklu adında köy vardır. Bunlar; Avşar Potuklu, Büyük Potuklu, Küçük Potuklu. Burada adı geçen Avşar Potuklu’dur. Kazım’ın kabilesinin bu köyde akrabaları vardır. Soyadları Kandemir’dir. Kaçak olduğu sırada bazen bu köye gelip saklanır. |
Pöhrenk: Topraktan yapılmış su borusu. |
Pölüşmet: Paylaşmak. |
Pörez: Selin yolu bozmaması için, yolun altından geçen beton boru |
Pul: Para. |
Punara: Baca. |
Pusat: Araç, savaş aracı. |
Puşt: Dönek. |
Pür: Çamın kurumuş yaprağı. |
Pürçek: 1. Kadınların şakaklarından sarkan saç, saç buklesi, zülüf. 2. Bitkilerin saçaklı kökü veya püskülü. 3. At vb. hayvanların topuğunun üstünde çıkan kıllar. |
Pürçük: Tohumun ucu. |
Pürçüklü: Havuç . |
Püsük: Pisi, püsü, kedi. |
Sabahaça: Sabaha kadar. |
Saban: Öküzlerle tarla sürmede kullanılan ilkel pulluk. |
Sacaa: Sacayağı. Üzerine tencere, tava vb. koymaya yarayan, ateş üzerine oturtulan, üç ayaklı çember veya üçgen biçiminde demir destek, sacayak. |
Sağdıç: Düğünde gelin veya damada kılavuzluk eden kimse. |
Sağmal: Sağılır koyun, inek. |
Sahal: Bedellilik, birinin yerine askere gönderilen kişi, vessek. |
Sakadıırak: Dengesiz kişi. |
Sakga: Kene. |
Sakna: Kabuklu tohum. |
Sal: 1. Hasta, yaralı ya da ölü taşınan sedye. 2.Tabut. |
Salıncak: İki ucundan iki iple veya zincirle yüksek bir yere asılan ve üzerine oturulup sallanılan eğlence aracı. |
Samı: Boyunduruk deliğinden geçen çubuk. |
Samur kürk: Bu adda bir hayvan derisinden yapılmış kürk. |
Sanasın: Sanki, gûya. |
Santraviç: Santrifüj, sulama aracı. |
Saplıcan: Zatürre, Ateş, öksürük ve balgamla beliren, tehlikeli bir akciğer hastalığı, batar. |
Saptırma: Mezar içersin de ölü konulduktan sonra, ölü üzerine açılı olarak dizilen tahtalar. |
Sarat: Büyük delikli kalbur. |
Satmak: Kız evladı evlendirmek |
Savan: Günlük kullanım için pamuk ipliğinden dokunmuş kalınca kilim, yaygı, örtü. |
Savışmak: Savuşmak. Kaçmak, gitmek. |
Sayrı: Hasta, yatalak. |
Sehen: Bakır tabak, sahan. |
Sehil: Sahil. |
Sehlik: Vurdumduymaz, aldırmaz, aptal. Yerli, yersiz konuşan kimse. |
Seklavi: Araplar tarafından kabul edilen, adını Arap kabilelerinden alan Arap atı ırkı içerisindeki dişiliğin, güzelliğin ve inceliğin sembolü olan bir tip at cinsi. |
Seklem: 1.Yarım, yarıya yakın. 2.Az, azıcık. |
Sektesinden: Denginden. |
Selamet: 1. Esenlik. 2.Her türlü korku, tasa ve tehlikeden uzak, güvenlik içinde olma. 3. Kurtulma, kurtuluş. |
Selvi: Servigillerden, Akdeniz bölgesinde çok yetişen, kışın yapraklarını dökmeyen, 25 metre boyunda, ince, uzun, piramit biçiminde, çok koyu yeşil yapraklı bir ağaç, andız, selvi, servi ağacı. |
Sepedi Seyrek: Dikkat etmeden, gereksiz, hoyratça, olur olmaz konuşan. |
Sepet: Saz, kamış veya ince dallardan örülerek yapılan, genellikle sapı olan, yiyecek ve eşya taşımak için kullanılan kap. |
Ser: Baş, kafa. |
Servi: Servigillerden, Akdeniz bölgesinde çok yetişen, kışın yapraklarını dökmeyen, 25 metre boyunda, ince, uzun, piramit biçiminde, çok koyu yeşil yapraklı bir ağaç, andız, selvi, servi ağacı. |
Seten: Bulgur, yarma dövülen dibek taşı. |
Setirikli: Serpikliği ve dağınıklığı huy edinmiş kişi. |
Seyit Battal: Battal Gazi. |
Sıçmak: 1. Dışkıyı vücuttan dışarı atmak. 2. Bozmak, berbat etmek. |
Sıklat: Sıcak, bunaltıcı hava. |
Sıla: Gurbetteki bir kimse için doğup büyüdüğü ve özlediği yer. |
Sırgat Sırkat: 1.Hayvan sayımı yapan kimse. 2. Kaçırma, gizleme. 3. Sayımdan kaçırılan hayvan. 4. Sayımı yapılmayan insan ya da hayvan. |
Sırıtmak: Dişlerini göstererek aptallık, şaşkınlık, kurnazlık veya alay belirtir biçimde gülmek, sırtarmak. |
Sırkat Sırgat: 1.Hayvan sayımı yapan kimse. 2. Kaçırma, gizleme. 3. Sayımdan kaçırılan hayvan. 4. Sayımı yapılmayan insan ya da hayvan. |
Sırtın Gılıç: Bukalemun, 20-30 santimetre boyunda, renk değiştirmesiyle ünlü bir tür sürüngen, kaya keleri. |
Sıykal: Kaygan, aşırı kaygan. |
Sikke: Zikke, Hayvanları bağlamak için yere çakılan demir veya ağaç kazık. |
Sille: Elin iç yüzüyle vurulan tokat. |
Simir Simir Yağmak: Yağmurun yavaş yavaş yağması |
Simsar: Aarabulucu, Komisyoncu, Bir ticari işlemin gerçekleştirilmesine yüzdelik karşılığı aracılık eden gerçek veya tüzel kişi. |
Sinilemek: Sinek için vızıldamak. |
Sinmek: Kendini göstermemek için büzülmek, saklanmak, pusmak. |
Sinsin: Geceleyin, ateş çevresinde, genç erkeklerin davul, zurna eşliğinde oynadıkları bir halk oyunu. |
Sivtimek: Ayıklamak. |
Soğanlı: Artvin ili, Ardanuç ilçesine bağlı bir köy. |
Soğukluk Gatmacı: Semiz otundan yapılan yoğurtlu yiyecek. |
Soğukluk: Semiz otu. |
Sokum: 1. Lokma. 2. Yufka ekmeğinden yapılan dürüm. |
Somak: Sumak |
Son güz: Sonbaharın son günleri. |
Soyka: l. Ölen kişinin giysileri. 2. Ölünün üzerinden çıkan giysi. 3. Soyuntu, sırttan çıkan elbise; elbise. |
Sömelek: 1.Kundağa sarılmış bebek. 2.Bebek kundağı. |
Söykenmek: Dayanmak, yaslanmak |
Sufra: Sofra. |
Südük: Sidik. |
Sülük: Salyangoz |
Sündürüm: Bir yandan öbür yana uzatılmış sırık. |
Süngüç: El gergin durumdaki başparmakla işaret (gösterme) parmağı arasındaki açıklık, uzaklık. |
Sürek: Sürülmüş tarla. |
Süven: Sopa, sırık, ince uzun ağaç. |
Süyük: Dam saçağı. |
Şaal: Şekil. |
Şahan: Şahin. |
Şahre : Çehre. |
Şaplak: Tokat. |
Şarmıta: Yaramaz. |
Şayak: Canlı pembe. |
Şebeden: Hoş kokulu kavun. |
Şefre: Kadın adı. Aslı Şerife’dir. |
Şenelmek: Boş bir yer, insanların yerleşmesiyle yurt durumuna gelmek, meskûn olmak. |
Şibik: Gözdeki çapak. |
Şimşir: Parlak. |
Şire: Tatlı. |
Şişirik: Balon. |
Şitil: Küçük kova. |
Şivan: Ağıt, yas, kıya, üzüntü; ağlama, feryat, figan. |
Şor: Söz, lâf. |
Şube: Askerlik şubesi. |
Şuvara: Ozan. |
Tabya: Bir bölgeyi savunmak için yapılan ve silahlarla güçlendirilen yapı. |
Tahtalı: Tahtadan yapılmış oturak, somya. |
Takaklı: Beyaz kumaş. |
Talas: Kayseri İline bağlı ilçe. |
Taman: İşte, az önce, hani, hani ya, ya, tabii ki. |
Tanır: Afşin ilçesine bağlı Kasaba. |
Tapan: Adana İlinin Feke ilçesine bağlı bir kasaba. |
Taplak: 1.Tepe ya da dağ üstündeki düzlükler. 2.Düz, dümdüz yer |
Tarhana: Döğme ve yoğurdun karıştırılarak, güneşte kurutulmasıyla elde edilir. |
Tavatır: Çok iyi güzel. |
Tavla: At ahırı. |
Tavlak: Soyulmuş taze ceviz. |
Tavsır: Resim, fotograf. |
Tay: Üç yaşına kadar at yavrusu. |
Tekerim daşa dayandı: İşlerin yolunda gitmemesi, bozulması. |
Tel: Telgraf. |
Telkin etmek: Arapçası kavrama anlamına gelen "lakn" sözcüğünden türemiştir. İslamiyet de gömülenlere imam tarafından söylenen dinsel sözler anlamında kullanılır. |
Temren: Mızrak ucundaki sivri demir. |
Terki: 1. Eyerin arka bölümü. 2. Binek hayvanının sağrısı. 3.Atın arkası. 4.At vb. hayvanlara yüklenen eşya, yük. 5. Atın eyerine takılan küçük heybe. |
Teyyare: Uçak. |
Tınsırık: Hapşuruk. |
Tolu: Dolu. |
Topak: Yuvarlak . |
Tozluk: Pantolonun paçasını tozdan korumak için ayakkabının üzerine geçirilip düğmelenen veya dizden aşağı uzanarak ayağın üstünü örten dar paçalık, getr. |
Tuğlu: |
Tükürük Köftesi: Ekşili Köfte - Dökme Köfte – Tuvallamaç - Höllük - Gildiz. |
Uflak: Büyük bıçak. |
Ufra: Ekmek yapılırken tahtaya atılan un. |
Uğru: Ön. |
Uğrun: Gizli saklı . |
Ulam ulam olmak: Renk renk, çeşit çeşit olmak. |
Usul: Yavaş, sessiz, sakin. |
Uygur: 1. İzinden giden, uyan. 2. Orta Asya'da büyük bir devlet ve uygarlık kurmuş, yazılı anıtlarla sanat eserleri bırakmış olan bir Türk kolu ve bu koldan olan kimse. |
Üççeşme: Kayseri ili Tomarza ilçesi Dadaloğlu beldesine bağlı bir yayladır. Torosların tepesindeki bu yaylanın rakımı 2600 m civarındadır. İçme suyu ile meşhurdur. Tahtalı Dağlarının en yüksek tepesi Aygörmez bu yayldadır. |
Üleş: Leş, ceset. |
Vareste: 1. Kurtulmuş. 2. Uzak. |
Varık: Varmış. |
Varmak: 1. Gitmek. 2. Gelmek. 3. Yetişmek, ulaşmak, yanaşmak. |
Vuruk: Vurmak |
Ya fes: Hz. Nuh'un üçüncü oğlu. Türklere göre Olcayto Han'dır. |
Yabgu: Orta Asya'da kurulan ilk Türk devletlerinde kağandan sonra gelen en üst düzeydeki yöneticinin unvanı, Hükümdar. |
Yadırgı: Yabancı. |
Yağlık: Mendil-eşarp. |
Yalak: Sarız ilçesinin kasabası, şimdiki adı Yeşilkent. |
Yalbırdak: Yarı çıplak. |
Yalı: Koyunların sağıldığı yer. |
Yar: Uçurum, yâr, sevgili |
Yarisufat: Ceyhanın ilk kurulduğu yerin adı. |
Yarma: Buğday, arpa, mısır, bezelye vb.nin iri çekilmişi, dövmesi. |
Yarsuvat: Ceyhan Irmağı. |
Yaylon: Römork. |
Yazlak: Serinlenecek yerler. |
Yeelmek: Şimarmak . |
Yeğilmek: Durmamak, Şımarmak. |
Yeğin: 1. Yığın. 2. Çok bol, bereketli. 3. Güçlü. 4. Yegin. 5. Ağır, yüklü. |
Yekinmek: Yekin: Davranmak, olduğu yerden fırlamak, ayağa kalkmak, kalkmak için hareket etmek, kımıldamak. Yerinden kalkmak, Kalkmaya davranmak. |
Yel: Rüzgar. |
Yergin: Bitkin, üzgün. |
Yesir: Esir, tutsak. |
Yıllıcak: Yıllık. |
Yırak: Irak, uzak. |
Yıramak: Uzaklaşmak. |
Yitik: 1. Kayıp olan şey. 2. Kaybedilmiş, yitirilmiş. |
Yol gözlemek: Bir kimsenin gelmesini beklemek. |
Yonmak: Yontmak, düzeltmek.. |
Yorgan: Yatakta örtünmeye yarayan, içi pamuk, yün vb. şeylerle doldurularak dikilmiş geniş örtü. |
Yoymak: Yorumlamak. |
Yoz: Kısır, süt vermeyen koyun, |
Yörep: Bayır, az eğimli yer. |
Yörü: Yürü |
Yufka: İnce. |
Yumak: Yıkamak. |
Yumuş: İstek. |
Yunak : Çamaşır. |
Yunak tası: Çamaşır tası. |
Yunak yumak: Çamaşır yıkamak. |
Yüklük: Evlerde yatak, yorgan gibi şeyleri koymaya yarayan yer veya büyük dolap. |
Zabit: Subay |
Zahar: Galiba, sanırım. |
Zahmarı: Kara kış . |
Zatıdan: Zaten, eskiden, esasen. |
Zavara: İri öğütülmüş hayvan yemi. |
Zavır: Çıkışma, paylama, azar. |
Zehre: Zahire, zehra, yemeklik tahıl. |
Zemheri: Kara kış, Garakış, Kışın ilk ayları. |
Zılgıt: Kadınların ellerini ağızlarına götürerek ses çıkarmaları. |
Zıllıcı: Oyun bozan. |
Zıllımak: Oyun bozanlık. |
Zıncarlık: Zıngarlık. Ceyhan yakınlarında yer adı. |
Zikke: Ucunda ip geçirmek için halka bulunan, yere çakılan hayvan bağlamakta ve çadır gerdirmede kullanılan demir kazık. |
Zubun: Şalvara benzer giyecek |
Zurba: Küme, grup. |
Zülüf: Şakaklardan sarkan saç lülesi. |