SARIÇİÇEK
Sarıçiçek, sapsarı çiçek, tomurcukları karnı bahar gibi bittiği yeri kemirir, düştüğü yeri kurutur, ağaca düşse ağaç da biter, ağacı yiye yiye yok eder, kavakları dipten kurutur, insanların gözüne hoş görülmek için yalpalanıp boyun eğer nazlı nazlı sallanır, yeryüzü çiçeklerine leke sürmek için ilkbahardan evvel çiçeklerini açar. Evlerin kenarlarında pislik olan yerlerde biter. Kükürtsü bir koku saçarak, esen ilkbahar rüzgârını lekeler.
Hüseyin Kâhya, yeryüzünde dikili taşı olmayan, çoban babası ve anası ile Pınarbaşı’nın Kurttepe köyünden, dayısının yanına Alagazili Köyüne göç ederek çocuk yaşta gelir.
Hüseyin, Topraklara belenerek, küllerin içinde oynayarak büyüdü. Sarışın güzel görünüşlü bir yiğit oldu. Koç Dağından, elma çatından, kuru çaydan kağnılar dolusu odun taşırdı. Satmak için Bünyan’a, Kayseri’ye.
Evlendi odun satarak kazandığı para ile iki yılda iki çocuğu oldu biri oğlan biri kız. Hüseyin çocuklarını kimseye muhtaç etmeyecek, çok çalışacak, daha çok odun kesecekti dağlardan. Hafta da iki defa gidecekti Koç Dağına.
Kağnılar geldi Koç Dağının koyağında ok kaldırdılar. Sicimleri ve baltalarını omuzlarına alarak Koç Dağının yükseklerinde babalarından arta kalan meşeleri kesmek için Koç Dağı yüce bir dağdır. Herkes kestikleri meşelerin dallarını budadıktan sonra küme yaptı, sicimle bağlayıp, dağın üstünden aşağı yuvarladılar. Meşe kümeleri yuvarlanarak aşağı indi. Hüseyin’in meşe kümelerinden biri, küçük bir çukura düştü dağın yörebinde. Çukurda kalan kümesini oradan çıkartıp, tekrar yuvarlamak için dağdan aşağı koştu. İniş çok düşüktü. Çarıklı ayağı taşa çarptı. Göksü üstüne toprağa düştü, kendisi de meşe kümesi gibi yuvarlandı. Yuvarlanırken bir çalıya takılıp kaldı. Çalı onu mutlak bir ölümden kurtardı. Eli yüzü çizilerek her yeri kan bere içinde kaldı. Arkadaşları yardımına koştular. Düştüğü yerden kaldırdılar.
-Hüseyin Kâhya: Niye geldiniz, benim hiçbir şeyim yok. Yalnız sağ ayağımın başparmağı biraz ağrıyor. Başka ağrım sızım yok, beni bırakın ben kendim yürürüm.
Aksayarak yürüdü meşe kümesinin yanına vardı. Kümeyi çukurdan aldı tekrar aşağıya yuvarladı. Kestikleri meşeleri kağnı arabalarına yükleyip bağladıktan sonra, Kuruçay’dan aşağı Artmak boğazından geçerek Alagazili Köyüne geldiler. Hüseyin Kâhya’nın ayak parmağı şişti kurumuş çarığının içinde. Kağnıdaki meşeleri karısı yıktı evinin ağılına. Karısı yanına gelince;
-Hüseyin Kâhya; bana yatak yap, hemen yatacağım. Batasıca (1) ayağım taşa değdi acısı ciğerime vuruyor. Öyle acıyor ki dayanamıyorum. Of şu parmağıma bir şeyler yapsak. Tuzlu hamur mu sarsak yoksa ezilmiş soğan mı ne etsek? Çok ağrıyor.
-Karısı: Sana hemen bir yatak edeyim de Elif bibime gideyim. O çok iyi bilir ne yapacağını. Doktor gibi maşallah, sana bir ilaç yaptırıp gelirim.
Elif, Hüseyin’in parmağının ağrıdığını, kızarıp yeşerdiğini duyunca koşarak Hüseyin’in karısı ile evine geldi.
-Elif; Aman Hüseyin ocağın bata. Gözün yok mu idi bire gadasını aldığım, ne ettin ayağına öyle? Ne edecek şimdi? Çok mu ağrıyor ulan batasıca?
Hüseyin, parmağının acısından sıtma olmuş gibi titriyor, elinin içine aldığı parmağını, sıkar gibi tutup tutup bırakıyor, arada bir of çekiyor.
-Elif: Herhalde çok ağrıyordur batasıca ben sana bir ilaç yapayım bir solukta hemen acısını keser. “Acıdan of çeken Hüseyin’e” Aman bire ulan ne o ayağı kırılmış finolar gibi sinleyip duruyorsun öyle? Kele gız (2) gelin, haydi şu evin duluğundan bir tutam sarıçiçek topla da getir.
Gelin dışarı çıkıp, evin kenarın da yeni açmış sarıçiçeklerden toplayıp getirdi.
-Elif, çiçeklerin sapından tuttu kırptı kırptı bir tülbentin üzerine koydu. Kırptığı sarıçiçeği, dibeğin içine doldurdu. Dibek havanı ile çiçeği dövdü dövdü biraz da tuz atarak maltçık yaptı. Tülbent den de biraz yırtarak, bir dua okudu. Hüseyin’in yaralı parmağına sardı. Sarıçiçek balçığı sarılırken;
-Hüseyin; Ah Elif Bibi eline sağlık, buz gibi oldu, içerime serinlik geldi.
-Elif; Sakın ha sabaha kadar açma bu sardığımı, sabaha kadar ağrın sızın kalmaz. Bunları rahmetli anamdan öğrenmiştim, diyerek çıkıp evine gitti.
Yorgun olan Hüseyin, sabaha kadar deliksiz uyudu. Sabahleyin acı bir sızı ile uyandı. Elif Bibi’yi çağırdılar. Elif Bibi gelip Hüseyin’e gadasını aldığım. Ben sana şimdi bir daha sarıçiçekten merhem yaparım.
-Hüseyin: Elif Bibi senin sarıçiçek, benim ayağımı daha da kötületti. Hamur sarsa idik bundan daha iyi olurdu. İstemem sarıçiçeği de senin merhemini de istemem. Elif bibi.. Sarıçiçek senin olsun istemem. İki güne kalmaz geçer bu yaranın acısı dedi.
Elif bibi yapacağı güzel sarıçiçek merhemini, Hüseyin’in bir daha istemem demesine çok üzüldü. Kendi kendine; “batasıca ben olmasam sabaha kadar acıdan yatamazdın. Bir de benim sarıçiçek merhemimi beğenmiyorsun” diye söylene, söylene evine gitti.
Hüseyin parmağının verdiği acılara on gün dayana bildi. Sabahlara kadar itler gibi uludu acı ve sızıdan. Daha fazla dayanamayıp, kağnı arabası ile iki gün de Kayseri’ye Doktora getirdiler.
Doktor Hüseyin’in ayak parmağını görünce, hayret etti. Parmak kendinden üç defa daha büyümüştü. Şiş parmağın derilerinin üzerin de Kızamık gibi sarı tomurcuklar vardı. Tomurcukların üzerinden su akıyor, yeni açmış çiçeklerdeki şebnem gibi.
-Hüseyin; Ayağım kangren mi olmuş, kurtulamayacak mıyım Doktor bey?
-Doktor; Bu kangren falan değil, hiç böyle bir hastalık görmedim. Bildiğim bir şey varsa o da geç kalmışın gelmekte, parmağı kesersek belki de iyi olur.
-Hüseyin; Benim parmağım kangren olmamış mı Doktor bey?
-Doktor; Hayır dedik ya.
-Hüseyin; Öyleyse desene sarıçiçek?
-Doktor; Ne sarıçiçeği?
Sebebim sarıçiçek diyerek, Elif bibinin balçıklı sarıçiçek merhemini anlattı.
Doktor cevap vermeyerek başını olumsuz olarak salladı. Neyse çaresiz parmağını keseceğiz dedi. Hüseyin’in parmağını ameliyat ederek kestiler. Köye döndü kesik parmağının yeri iyi olmadan, birkaç gün sonra kesik parmaklı ayağı dizine doğru şişmeye başladı. Yine sarı sulu tomurcuklar çıktı. Yeniden Doktora getirdiler. Doktor muayene ettikten sonra, diz kapağından kesmemiz gerekir dedi.
-Hüseyin; Diz kapağımdan keserseniz kurtulacak mıyım Doktor Bey?
-Doktor: Boynunu büktü, belki dedi.
-Hüseyin; Bir of çekti acı ile karışık. Sebebim sarıçiçek, sebebim sarıçiçek, diyerek ameliyat haneye götürdüler. Gözlerini açtığı zaman ayağının diz kapağından aşağısının yok olduğunu hissetti sebebim sarıçiçek diye diye inledi.
Köye döndü Hüseyin kötürüm oldu kağnısı ile Koç Dağına odun kesmeye gidemeyecekti. Herkes ona zavallı gözü ile bakıyordu. Kapısında ne var ise ineği, koyunu hepsini sattı. Kayseri’de ki Doktor bilmiyor benim derdimi. Benim derdim sarıçiçek, sebebim de sarıçiçek. Şimdi de kalçama geçti bacağımı parça parça verdim sarıçiçeğe. Ya öleyim ya da sarıçiçeğin elinden kurtulayım. Ah bir iyi olsam şu topal ayağımla sarıçiçekleri kökünden sökerim. Nerede görsem üstüne basarım. Ah Yarabbi bir kurtula bilsem diyordu. Sattığı mallarından aldığı para ile Ankara’ya götürdüler. Ankara’da kalçasına kadar kesilmesini söylediler.
Hüseyin, razı oldu sarıçiçeğin pençesinden kurtulmak için. Kalçasının da kesilmesine bacağını parça parça hastahanede bıraktı. Dört yıl evin de güneş yüzü görmeden bekledi. Ama sarıçiçek onu bırakmadı. Bedenine dağıldı, gırtlağına, gözünün içine girdi, saçlarının dibinden sökün etti kafasında sarıçiçek bitti. Hüseyin Dünyayı, ayı, güneşi, rüzgârı, karı, yağmuru, otları hatta kendini alıp götüren sarıçiçeği dahi çok severdi. Âşıktı tabiata. Kahretti dünyaya. Beddua etti sarıçiçeğe. Artık yaşamaktan bıkmıştı sarıçiçek ile kucak kucağa yatmaktan.
Köyde sevdiği herkesi çağırttı, yaralı gözü çiçekli yüzüyle seyretti sevdiklerini dünya gözüyle son defa. Aşağıdaki kahrını hazır olanlara söyledi. Ağladı ağlattı herkesi. Köylüler evden gittikten sonra çok sevdiği arkadaşı Sarı kelle lakabı ile anılan Durdu Çetin’e şunları nasihat etti.
-Hüseyin; Durdu beni sarıçiçek aldı götürüyor. Sana vasiyetim, benim küçük yavrularıma şaplak vurdurmayacaksın. Öbür dünyada elim yakanda olur. Ben ölünce avradımı sen alacaksın bu iki vasiyetimi yerine getir. Şimdi bana yemin et bunları yapacağına dair.
-Durdu; Kardeşim Allah sana uzun ömürler versin, vaki olursa söz veriyorum dedi. -Hüseyin; Öyleyse şimdi git evine.
Hüseyin, Durdu evine gittikten sonra karısı ve çocuklarının uyumasını bekledi. Onlar uyuduktan sonra sürüne sürüne ahıra gitti ve kendisini asarak intihar etti.
Hüseyin Kâhya Türk halk edebiyatına çok güzel mısralar katkıda bulunarak veda etti bu dünyaya.
Bu şiiri aldığım Durdu Çetin 99 yaşında idi.
Kuyucuğa çıktım, kışla görünür
Kırıldı mazım, teker sürünür
Eller göçtü gitti, gönül yerinir
Sebebim sarıçiçek, kime ne deyim
Çiçeği sorarsan, yüksekte biter
Güz gelince onun vadesi yeter
Mevla bir dert vermiş, ölümden beter
Sebebim sarıçiçek, kime ne deyim
Kuşkayası derler, güvercinler öter
Delikkaya derler, sümbüller biter
Bana bir dert oldu, ölümden beter
Sebebim sarıçiçek, kime ne deyim
Hasanca gelmiş de merhem yazıyor
Başhemşire, başucumda geziyor
Zalim doktor, dizlerimi kesiyor
Sebebim sarıçiçek kime ne deyim
Bir tepe var da koyunlar yatar
Koç dağ (5) derler de sümbüller biter
Mevlam bir dert verdi ölümden beter
Sebebim sarıçiçek, kime ne deyim
Elimden gelse de çiçek bitirmem
Dizlerim tutsa da böyle oturmam
Lokman hekim gelse ben kurtulmam
Sebebim sarıçiçek, kime ne deyim
Karşıda görülen gö kuşak dağlar
Üstünde gezer bedeni sağlar
Oturmuş kapıya bir garip ağlar
Sebebim sarıçiçek, kime ne deyim
Almaçatı (6) derler, meşe ocağım
Bir sürü doldurur, benim kucağım
Dizlerim kesildi, söndü ocağım
Sebebim sarıçiçek, kime ne deyim