10 - BABALAR GÜNÜ
BABALAR GÜNÜ
Bu gün babalar günü,
Böyle şeylere pek iltifat etmesem de, konusu "baba" olunca ve sosyal medyada bu minval çok sayıda paylaşım olunca insan bir kaç kelam etmeden geçemiyor.
15 Aralık 2016 akşamı telefon geldi hayatının önemli bir parçası artık yok dediler.
Şimdi Babamın olmadığı ilk babalar gününü kutluyoruz.
Babalık kavramını düşündüm akşam. Çocukluğumda Ağamlar vardı. Her biri deve dişi gibi 8 tane Türkmen Ağası...
Onları sanki yıkılmaz kale gibi hissederdim. Dünya var oldukça duracak insanlardı. Çevrenin saygın adamlarıydılar. Asilzade oldukları hal ve tavırlarından hissedilirdi.
En büyükleri Ağamdı, yani büyükbabam. Halloğlu Karabey. Sanırım en görgülüleri, "ağalık" kavramını en çok hak eden oydu. Ağa olmanın zengin olmakla ilgili bir şey olmadığını onun sayesinde anlamıştık. Ağa olmak asil olmaktı. Çevremizde hep onun hikâyeleri anlatılırdı. 1942'de uçağa bindiğinden, Van'dan 5 sürü yoz alıp götürdüğünden, Çukurova'da diğer canlı hayvan tüccarları ile yaptığı sohbetlerden dem vurulurdu. Tüccarlık dönemleri adeta melaz-ı hülya gibiydi hatıralarda...
Zekâ seviyesi, espri kabiliyeti çok yüksek bir adamdı; bununla birlikte ölen oğluna ağıtlar yakacak kadar da naifti. Okur-yazara olan merakı bana olan ilgisi şeklinde tezahür ederdi. En çok benimle sohbet ettiğini hatırlarım. Gerçi benim özellikle Avşar Ağıtlarına olan ilgim ve Ağamın da bu konuda önemli bir birikiminin olması belki bu sohbetlerin sebebidir bilinmez.
Babam rahmetli, Ağamdan bahsederken kimi zaman hakarete varan şeyler söylerdi. Oysa o kızgınlık sırasında bile gizli gizli hayranlık beslediğine şahit olurduk. Kızgınlığı geçip de eski günlerden bahsederken gözleri ışıl ışıl olurdu:
Kimi kez
- "Ağam çok fiz (Kurnaz) adamıdı…
Der ve Anşa Anam rahmetliyi kaçırdıktan sonraki yaptığı işleri anlatırdı.
Bazen de onun yakışıklılığını ifade etmek için Ceyhan'da kendisine bir Cerit Ağasının söylediği:
-Hazım baban gibi at üstüne yakışan adamı ben ne Avşar'da gördüm, ne Çerkez'de gördüm, ne de Cerit'te gördüm.
Dediğini büyük bir gururla laf verirdi.
Sonra nedense Ağama tekrar kızar sert sözlerle eleştirilere başlardı.
Ağamı mayısın son haftasında 1994 yılında kayıp ettik. Halen içimde ukdedir, bana bir cüppeli fotoğrafını gönder demişti de, bir türlü bu fotoğrafı çektirmek nasip olmamıştı. Ne zaman savcı cüppesini giysem aklıma gelir, yüreğim burkulur…
Babamla belki en uzun bir arada olan bendim. Gençlik dönemlerini hatırlarım, biraz sert üsluplu idi. Hatrı gönlü önemsediğini ifade ederdi. Birçok yerde güzel sevdiği dostları vardı. Ona göre adamlığın bazı ölçüleri vardı. En önemlilerinden biri de bonkör olmaktı. Zira birinden bahis açıldığında kaç kere babamın:
-Onun ne adamlık hayrı var kahveye gitse iki adama çay ısmarlayamaz!
Dediğine çok şahit olmuşumdur. Hatta espri olsun diye "oğlum ben cebimde para olduğu zaman rahatsız oluyorum" derdi. :D
Hayatını mücadele ile geçirmiş bir adam. Başarısı belki de kimin ne kadar katkısı önemli olmamakla birlikte yetiştirdiği evlatlarında saklı olsa gerek.
İnce bir zekâsı vardı, muzipliklerini anlatırken büyük keyif alırdı. Rahmetli Ali (Kuşuçuran) Emmi ile davar güderken uzakta çift süren bir çiftçiyi kendilerine sövdürdüğünü büyük bir keyifle anlatırdı mesela:
-Ali yeni evli, ben bekârım. Beraber davar güdüyoruz. Bir gün uzakta bir çiftçi çift sürüyor. Ali'ye “şo çiftçiyi sana sövdürürüm.” “Ali ulan etme tutma” dediyse de dinlemedim. Seslendim çiftçiye doğru "çiftçi, çiftçi!" uzaktaki adam sesimi duydu cevap verdi. "Ne diyon ne ne ne." Ben cevap verdim: "Ananı avradını s.k. edeyim diyorum." Adam da bana "Ben de senin ananı avradını s.k edeyim." Ben bu sefer Ali'ye de sövdürmek için "biz de senin ananı avradı s.k. edelim" diye ünleyince, adam da cevaben “ben de sizin ananızı avradınızı s.k. edeyim." diye bağırıyor. Ali söyleniyor “akıllı dur” diye... Dedikten sonra eski günlere olan özlemini gözlerinde görürdüm.
Kendisiyle ziyadesiyle barışık bir adamdı. Babam, yaptığı hataları devirdiği çamları büyük bir keyifle anlatır milleti güldürürdü. Bizim Mümtaz Hocanın annesi rahmetli olduğunda ona taziye gidip ağzını "gözünü sevdiğim Mümtaz Hoca dünya ölümlü hepimiz gideceği" cümlesine hazırlarken birden ağzından "gözünü s.k. ettiğim Mümtaz Hoca" sözünün çıkıp da taziyeye devam ettiğini bizlere kendisi anlatmıştı kahkahalar atarak.
Kuzenlerini çok severdi, Başta Müslüm Dayım olmak üzere, Yusuf Amcama hiç kıyamazdı. Onların her ikisinin de son dönem rahatsızlıklarını kabullenemediğini hatırlarım.
Son nefesinde yanında olamadım, lakin son zamanlarında izne ayrılıp hastanede yanında kalmıştım. İyi de etmişim. Bir gün üniversite hastanesinde yatıyor, ben de Yargıda Birlik Derneği ile ilgili bir kaç yere telefon etmem gerekti, yanında telefonla konuşuyorum. Birden:
-Cık cık cık dedi.
Ben de:
“Hayırdır Baba bir şey mi oldu” dedim de bana cevaben gülerek:
-Şo budala Necib’e baaak, şu dil sayan Necib’e bak... Demişti de, ne gülmüştük.
Yine Devlet Hastanesinde yattığı dönemde yapılan operasyon sonrasında ameliyathaneden getiren (muhtemelen biraz da güzel) hemşirelere bakıp olanca şirinliği ile "yayında ve yapımda emeği geçenlere çok teşekkür ederim" dediğini hatırlarım yüzümde gülümseme ile.
Sevgili Babam, acısı ve tatlısı ile bir ömrü birlikte yaşadık seni ebediyete uğurladık, hasta olduğun dönemde çektiğin ızdıraba dayanamaz “güzel Rabbim iki iyiliğin biri” derdim. Lakin kaybından sonra oluşturduğun boşluk ömür boyu dolmayacak.
İnsanoğlu tuhaf bir varlık. Düşününce çıldıracak gibi olduğun bir şey başına gelince metanetle karşılıyorsun. Ben babamı ellerimle toprağa verdim mesela ve hala çıldırmadım. İlginç yani.
Çocukluğumun yıkılmaz kalelerini bir bir ebediyete uğurladık. Sonra Gençlik ve orta yaşımızın kalelerini uğurladık. Sıra kime geldi dersiniz. :D
Ehh be Halloğlu Hazım Ağa güzel adamdın vesselâm. Yattığın yer nur olsun.
Ne diyor Cemal Süreya:
"Sizin hiç babanız öldü mü?
Benim bir kere öldü kör oldum"
Babalar günün kutlu olsun Babacığım...
Fotoğraftakiler: Ayakta Hazım Topuz(Babam), Oturanlar bize göre sağdaki Büyükbabam Karabey Topuz, diğeri de Mahmut Yakut (Babamın Dayısı)