GELENEKLER

1 - GİRİŞ

GİRİŞ
 
   Kayseri, tarih boyunca önemli bir ticaret merkezi olan bölge­lerden biridir. Türklerin Anadolu'ya gelişinden önce de burası çeşitli devletlere ve medeniyetlere beşiklik etmiştir. Selçuklular döneminde İpek yolu üzerinde bulunması dolayısıyla bu işlevini yürütmüştür. Osmanlılar döneminde de bu fonksiyonu devam etmiştir.
 
   Kayseri Osmanlı döneminde bazen Karaman Vilâyetine, bazen da Sivas eyaletine bağlı bir sancak merkezi olarak yer almıştır. Şe­hirde 1500 tarihinde 35 mahalle mevcuttu. Bunlardan Müslüman nüfusun bulunduğu Lala Camii, Gölük Mescidi, Dabbağan, Köşk Medrese ve Varsak mahalleleri gibileri sayılabilir. 1520'de mahalle sayısı 38'e, 1543'te 56'ya, 1583'te 50'si Müslüman, 13'ü hrıstiyan ve 9'u karışık olmak üzere 72'ye çıkmıştır1. Hrıstiyan nüfus içerisinde Ermeniler ve Rumlar bulunmaktaydı ve Ermeniler çoğunluktaydı. Ayrıca Sancağa bağlı Bünyan, Develi, Yahyalı, Sarız, İncesu gibi kazalar bulunmaktadır.
 
   Sancakta yerleşik ahali dışında konar-göçer tabir edilen yarı göçebe aşiretler de yer almaktadır. Bu eserde, bugün ülkemizin en önemli şehirlerinden biri olan Kayserimizde yaşayan konar-göçer adı verilen aşiretlerin 16. yüzyıldaki dağılımı yer almaktadır.
 
   Aslında reayadan sayılan, fakat hayat tarzları bakımından şehirli ve köylülerden ayrılan konar-göçerler2, dolayısıyla yerleşik halkın vermekle mükellef tutuldukları vergileri vermez, buna karşılık kendilerine mahsus bir nizam içinde değerlendirilirlerdi.
 
   Kuruluş devrinde bir iskân unsuru olarak yeni fethedilen mem­leketlerin Türkleştirilmesinde kullanılan konar-göçerler, yerleşik halka göre daha disiplinli ve daha savaşçı bir yapıya sahiptiler. Bununla beraber 1357'den itibaren Rumeli'ye geçirilip, I. Bâyezid dö­neminde gittikçe artan bir şekilde devam eden bu nakiller, Rumeli'de önemli miktarda yerleşik bir Türk nüfusu meydana getirmiştir3. Nitekim Fâtih devrinde hazırlanmış tahrir defterlerinden Rumeli'ye sevk edilmiş bu aşiretlerin çoktan yerleşmiş ve toprağa bağlanarak köyler kurmuş oldukları görülmektedir. Bu yerleştirilenler Rumeli Yörükleri adı altında teşkilâtlandırılmış ve "Evlâd-ı Fatihan" olarak nitelendirilmişlerdir. Öte yandan Anadolu'da da daha Selçuklu Devleti zamanından başlayarak beylikler zamanında da devam eden bir konar-göçer yerleşmesi olduğu kaynaklarda belirtiliyor. Bu tür­den yerleşmelerin Osmanlı Devleti tarafından da sürdürüldüğü bili­niyor. Nitekim merhum Faruk Sümer tarafından yapılan araştırma­larda Oğuz boylarına ait yer adlarının hayli yaygın olduğu görül­mekte, bunlardan Kayı adında 94, Afşar 86, Kınık 81, Eymir 71, Karkın 62, Bayındır 52, Salur 51, Yüregir 44, Çepni 43, İğdir 43, Bayat 42, Alayuntlu 29, Kızık 28, Yazır 24, Dodurga 24, Begdili 23, Büğdüz 22, Çavuldur 21, Yıva 19, Döğer 19, Karaevli 8 ve Peçenek 4 adetdir4. Tarafımızdan gerçekleştirilen ve bütün Anadolu genelini kapsayan daha geniş bir araştırmada ise, yer isimleri, mükerrerleriyle birlikte önemli sayılara ulaşmaktadır5. Buna göre Kayı isminde 221, Avşar (Afşar) 181, Kınık 286, Eymür (Eymir) 152, Karkın 101, Bayındır 156, Salur 136, Yüreğir 88, Çepni 93, İğdir 70, Bayad 78, Alayundlu 51, Kızık 65, Yazır 54, Dodurga (Todurga) 34, Beğdili 46, Büğdüz 29, Ça­vuldur (Çavundur) 31, Yıva 72, Döğer 48, Karaevli 10, Peçenek 15, Barak 42 köy, yaylak, kışlak veya mezraa bulunmaktadır. Ayrıca ce­maat kethüdalarının veya mensup oldukları tarikat ve cemaatin ismiyle anılan yine önemli miktarlarda köylerin mevcut olduğunu da belirtmeliyiz.
 
   Osmanlılarda ilk kanun metinlerinde yörük veya konar-göçerlerden bahsedilmezken, XV. yüzyıla ait olanlarında onlarla ilgili bazı hükümlere rastlanmaktadır6. Kanuni devrinde ise yörük nizamlarını, idari ve malî mükellefiyetlerini ortaya koyan mufassal yörük kanunnameleri ortaya çıkmıştır. Bu tarihte, Anadolu'da yörük kelimesi ile etnik bir mefhum ifade edilirken, Rumeli'de ordu hizmetinde kullanılan askerî bir teşkilât düşünülmüştür. Yörüklerin Rumeli'de yerleşme ve yayılışlarından bahseden 1456-1467 yıllarına ait Dimetoka, Gümülcine, Firecik, İpsala, Keşan ve Yanbolu hava­lisine ait emlâk, evkaf ve umarları ihtiva eden tahrir defterleri bu hususta daha aydınlatıcı bilgiler vermektedir. XIV. asrın ortalarından itibaren Rumeli'de batı ve kuzey yönlerinde yayılan yörükler, gittikleri yerlerde bir tımar, has veya evkaf toprağında raiyyet olarak mü­kellefiyet altına girmişler veya yağcı, küreci v.s. gibi teşekküllere ka­tılarak ayrı bir hukukî nizama dahil olmuşlardır. Önceleri cemaat reislerinin isimleriyle anılırlarken, sonradan yoğun olarak bulundukları yerlere göre Selanik, Vize, Ofçabolu, Naldöken, Kocacık, Tanrıdağı Yörükleri olarak adlandırılmışlardır7. Yörükler XVII. yüzyıldan itibaren "Evlâd-ı Fatihan" şeklinde ifade edilmiştir.
 
   Evlâd-ı Fatihan'larla ilgili olarak belgelerde, "öteden beri Osmanlı Devleti'nin güzide ve cengâver, itaatli, ferman dinleyen askerlerinden olan ve eski seferlerde düşmanla yapılan savaşlarda kendülerinden nice yararlık ve yüz aklıkları görülen, Anadolu'dan Rumeli'ye geçip burada vatan tutmuş bulunan yörüklerin evlâdına Evlâd-ı Fatihan isminin verildiği" bildiril­mektedir8. Yine bir belgede, "gaza ve cihat niyetiyle Anadolu'dan Rume­li'ye geçüp din ü mübîn uğrunda hizmette bulunan Evlâd-ı Fatihan..." tabiri kullanılmıştır.
 
   Anadolu'da bulunan yörükler ile Rumeli'deki yörükler arasında bazı bakımlardan farkların mevcut olduğu kanunnamelerden anlaşılmaktadır. Rumeli'de bulunanlar, İstanbul'dan Bender'e kadar olan alan içinde, sekiz grup halinde yer almışlar ve devlet tarafından idarî ve askerî maksatlarda kullanılmak üzere teşkilatlandırıl­mışlardır.
 
Rumeli'deki yörükler, hükümet tarafından:
1-    Sahile yer­leştirilip, gemi yapımı ve malzeme temininde,
2-    Yolların emniyeti ve tamiri, suyolları yapımı, geçit muhafazası, derbentçiler, köprü tamiri ve inşası, zahire toplanması ve korunması gibi hizmetlerde,
3-    Madenlerde,
4-    Nakliye işlerinde, özellikle topların naklinde,
5-    Kale yapımı ve onarımında kullanılmışlardır9.
 
   Türklerde "il" veya "el" memleket ve ülke anlamlarına gelmek­tedir. Buna bağlı olarak, Osmanlı Devleti'nin aşiret yapılanmasında da konar-göçerler, İl10 veya ulus11 adı altında gruplandırılmışlar ve sırasıyla boy (kabile)12, aşiret13, cemaat14, oymak15, mahalle, oba (aile) şeklinde bölümlere ayrılmıştır16. Her boyun başında da Bey (Boybeyi) ismi verilen ve boyun idarî işlerini yürüten bir kişi bulunurdu. Aşiretlerde ise bu görevi aşiret beyi anlamında "mir-i aşiretleri yürü­türdü17. Beyler, boy içerisinden cesareti, malî güce sahip olan ve doğ­ruluğu ile tanınan kimseler arasından seçim yolu ile iş başına gelirler­di. Arap aşiretlerinde bu beylere Şeyh adı verilmektedir. Bu seçim devlet tarafından tasdik edildikten sonra, bir beylik beratı gönderi­lirdi. Gerektiği zaman, yani yönetimde acizlik göstermeleri veya kendisine bağlı olan aşiretlere zulmettikleri zamanlarda, devletin bunları azletme yetkisi vardı18. Rışvan aşireti gibi bazı teşekküllerde ise, kethüdaları, ihtiyarları ve diğer söz sahiplerinin, istedikleri şa­hısları boybeyi yapma yetkisi vardı19. Aşiret kethüdaları ise, tâbi bulundukları boybeyi tarafından tayin edilirlerdi. Kethüdalığın ırsî bir müessese olduğu da ileri sürülmüştür20.
 
   Konar-göçerler her ne kadar hayat tarzları açısından aynı karakterde görünmekte iseler de, yapısal olarak değişik topluluklar şeklinde bulundukları göze çarpmaktadırlar.
 
Konar-göçerler bir sınıflandırmaya tâbi tutulacak olursa21:
 
1-              Bir boydan ibaret olan, tek başına müstakil bir teşekkül halinde bulunanlar. Buna örnek Rışvan aşireti gösterilebilir.
2-              Bir boydan ayrılmış ve zamanla çoğalarak sayıları dörtten on altıya yahut daha fazla olan oymaklar grubu ki, bunlar umumiyetle reislerinin ismiyle adlandırılmışlardır22.
3-              Federasyon şekli gösteren teşekküller; bunlar ana kuruluşlarından ayrılmış olan muhtelif oymakların birleşmesinden meydana gelmişlerdir. Bunlara ise Halep Türkmenleri ile Bozulus Türkmenleri örnek olarak verilebilir.
 
   Ayrıca küçük grupların (meselâ kethüdalık) birleşmesinden de meydana geldikleri görülmektedir. Bu gruplardan daha yaygın olarak görüleninin ikinci gruba giren kuruluşlar olduğunu zikretmek yerinde olur. İllerin parçalanmasıyla dağılan aşiretlere son zamanlara kadar Ana­dolu'da rastlanmıştır. Onların dağılmasında, devletin yerli ahaliyi korumak amacı ile aldığı sert tedbirlerin büyük rolü olduğunu ifade etmek yerinde olacaktır23.
 
   Konar-göçerler yaşayış tarzlarının bir gereği olarak yaylak-kışlak hareketine bağlı idiler. Onların bu hayat tarzı biraz da hayvanlarına otlak bulmak düşüncesinden doğmuştur. Bununla beraber kısmî de olsa küçük çapta ziraatla meşgul oldukları da görülmektedir24. Nite­kim bu yüzden, raiyyet oldukları halde yerleşik olanlarla aralarında bazı hukukî ve iktisadî farklar ortaya çıkmıştır. Konar-göçerler hayvancılıktan elde ettikleri ürünleri, şehir ve kasaba kenarlarındaki pazar yerlerinde ihtiyaç duydukları yiyecek, giyecek gibi mallarla değiştirmişler ve böylece yerleşik halkla iktisadî yönden bir bütünlük oluşturmuşlardır. Öte yandan Türkmenlerin çok eski çağlardan beri ata olan ilgileri yanında, at yetiştirmeye verdikleri önem de bilinmek­tedir. Konar-göçerler de binek vasıtası olarak kullandıkları atı yetiş­tirmede maharet sahibi idiler. Bu sebeple devlete binek hayvanı ola­rak at yetiştirdikleri gibi, köylüye damızlık hayvan da temin eder­lerdi. Nitekim Konya'nın Sultaniye (Karapınar) bölgesinde Atçeken Yörükleri adı altında çeşitli Türk boylarına mensup Türkmen grup­ları, mukataaya bağlanarak Osmanlı ordusunun at ihtiyacını temin etmişlerdi. Buna karşılık da bir kısım vergilerden muaf tutulmuş­lardı. Bu şekilde yetiştirdikleri atlar yüzünden şöhret bulmuş oymak ve aşiretler bulunmaktadır25.
 
   Konar-göçerlerin hayvancılıkla uğraşması yanında, onların bu sayede imparatorluğun bazı bölgelerinin et ihtiyacını karşıladığı da gözden uzak tutulmamalıdır26. Bunlarla ilgili olarak Osmanlı arşivinde Mühimme Defterlerinde birçok kayıt bulunmaktadır. Nitekim Yeni il ve Halep Türkmenleri gibi bazı teşekküller koyun yetiştirme yönünden şöhret bulmuşlardı27. Konar-göçerlerin hayvancılıkla uğraşmaları, onlarda dokumacılığın gelişmesine yol açmıştır. Dokumacılığın yanı sıra dericilik de önemli bir yer tutmaktadır. Avladıkları hayvanların derilerinden başka, koyun, keçi ve sığır derilerinden birçok eşya imal ederlerdi. Bunlardan postaki, çarık, gocuk, sofra, su tuluğu, yanlık, su kovası ve dağarcık gibi belli başlılarını saymak mümkündür.
 
   Konar-göçerler, basit denilecek bir şekilde ziraat ile meşgul olmalarına rağmen, ihtiyaçları olan mahsullerinin büyük bir kısmını takas yoluyla temin ederlerdi. Hayvanlarından elde ettikleri ürünleri verirler, buğday unu vs. gibi tahıl ürünleri alırlardı. Sahip oldukları hayvanlardan elde ettikleri yoğurt, yağ, peynir, yapağı gibi ihtiyaç fazlası ürünleri, kondukları yerlere yakın bir pazarda satar veya başka bir şeyle değiştirirlerdi28. Konup göçtükleri yakın köy ve kasabalar, bu sebeple konar-göçerler için uygun birer ticaret sahası olmuştur.
 
   Konar-göçer halk, devamlı yer değiştirmeleri sebebiyle üzerinde bulundukları toprakların teşkilâtına bağlı olarak tımar, zeamet ve has reayası olarak bulunmaktaydılar29. Bunların belli bir kazaları yoktu, bu gibilere örnek olarak Üsküdar'daki Atik Valide Sultan evkafının reayası olan Yeni İl Türkmenleri ile yine aynı evkafın mukataasına dâhil olan Halep Türkmenleri gösterilebilir30. Bunlar mevsimlerin Seyrine bağlı olarak yaylak ve kışlakları arasında hareket ederlerdi.
 
   Konar-göçerlerin devamlı bir yurt tutmamış olmaları, yerleşik ahali ile aralarında hukukî farklar doğmasına yol açmıştır. Tam bir ziraatla uğraşmadıkları için, ziraatla ilgili vergileri vermemekle beraber, Timur sahiplerinin toprağında kendi baltalarıyla yeni açtıkları yerden, bütün çifte 12 akça ve yarım çifte 6 akça vergi vermekle mükelleftiler31. Kanunnamelerde, konar-göçerlerin diledikleri yerde gezemeyecekleri ve geçici konaklayacağı yerlerde de istedikleri kadar kalamayacakları hükme bağlanmıştır32.
 
   Aşiret veya konar-göçer olarak adlandırılan Anadolu'daki yü­rükler ise, iktisadî faaliyetlerine göre, yüncü, darıcı, ellici, yaycı, okçu gibi adlar almışlardır33. Yörüklerin diğer Türkmen teşekküllerine nazaran, daha çabuk yerleşik hayata geçtikleri ve ziraata daha çabuk uydukları görülmektedir. İdari ve adlî bakımdan ise konar-göçerler, yaşayış tarzları sebebiyle özel bir duruma sahip idiler. Belirli bir yerleri olmadığı için sancak beylerine tâbi olmayıp, doğrudan doğruya bey veya başbuğlarına bağlıydılar34. Kazaî yönden kadılara bağlı olmakla beraber, cezaî bakımdan beylerine veya başbuğlarına tâbi olup, infaz onların eliyle olurdu. Devletle ilgili işleri ise yine onlar eliyle halledilirdi. Özellikle Kanuni Sultan Süleyman döneminde, büyük aşiretlerin, devlete muhtemel isyanını önlemek için kethüdalıklara ayrıldıkları, bunlardan farklı boylara mensup olanlarından bir araya getirilmiş federasyonlar oluşturulduğu gö­rülmektedir. Mesela Bozuluş Türkmenleri, Dulkadirli Türkmenleri, Yeni il Türkmenleri ve İzzeddinlü Taifesi bunlara bir örnektir.
 
   Bu teşekküller gerek has şeklinde, gerekse bir sancağın vergi dairesine dahil olarak mukataaya verilmek suretiyle idare edildiği zaman, başlarında hükümet tarafından tayin edilmiş bir "Voyvoda" bulunuyordu. Oymakların bağlı oldukları sancak beyinin dairesi gediklilerinden yahut mahallî hanedanlardan, ahalinin de rızaları alınmak suretiyle bir kişi voyvoda tayin olunmaktaydı. Voyvodalar, kendilerine bağlı bulunan aşiretlerin bir derbentte görevlendiril­meleri halinde de, derbend ağası olurlardı35. Derbend Ağası, idaresinde bulunanlara zulmettiği veya idarede acizlik gösterdiği zaman, hükümet tarafından azledilirdi. Bu voyvodalar Eflak ve Boğdan voyvodalarından farklı olup bunlara Türkmen voyvodası veya Türkmen Ağası denirdi36. Bazı yerlerde voyvodalar senede bir defa olmak üzere değiştirilip bir başkası görevlendirilirdi. Görevi hayvan başına verilecek vergi miktarını önceden tespit için sayım yapmak ve vergilerini muntazaman toplamaktı37.
 
   Konar-göçerler ayrı gruplar halinde bulunmalarına rağmen, toplu bir halde yaşayan ve birbirlerinden bazı ahvalde, bulundukları yerler ile ayırt edilen gruplarının kazaî ihtiyaçları için müstakil kadıların da tayin edildikleri görülmektedir. Kadılar bağlı bulundukları oymaklar ile beraber şehirden şehire gezmekte olup, belirli bir yerleri yoktu. Konar-göçer gruplardan teşkil edilmiş birçok kaza ve nahiye tespit edilmiştir38.
 
   Kanunnamelere göre konar-göçerler, yaşayış biçimleri sebebiyle kimseye vergi mükellefi olarak kaydedilmemiş olup39, statüleri bennâk, mücerred ve kendi kendine yeten haneden ibarettir40.  Bunun dışında konar-göçerlerden alınan ve kanunnâmelerde resmi meraî, bazılarında resm-i ağnam ve resm-i ganem olarak geçen koyun vergisi yerliden, yürükten, eşkinciden ve yüzdeciden olmak üzere birkaç çeşit olarak alınırdı. Meselâ 1487 tarihli Hüdavendigar Livası Kanunnamesinde "yürükde ve yerlide resm-i ganem iki koyuna bir akçadır" hükmüyle ne kadar vergi alınacağı tespit edilmiştir41. Ağnam vergisinin hesaplanmasında ise kanunnamede yer aldığı şekilde kuzulu koyun kuzusuyla, oğlaklı keçi oğlağıyla beraber sayılmıştır. Koyunların sayısı 300 olduğu zaman bir sürü tabir olunur ve 5 akça ağıl resmi alınırdı42. Bazı yerlerde sürü "âlâ", "evsaf" ve "edna" (çok iyi, orta ve orta altı) olarak sınıflandırılmıştır ve vergisi de buna göre konmuştur43. Yaylak ve kışlak resmi de aynı sınıflandırmaya tâbi tutulmuştur44. Sürülerini başka tımar sahibinin arazisinde otlatan veya mirî yaylaklarında yaylatan sürü sahiplerinden, göçebe kabilelerden ve yörüklerden alınan yaylak resmi45, yılda bir defa olmak üzere, bazı yerlerde sürü başına, bazı yerlerde de koyun başına alınmıştır46. Bu vergi XVI. asırdan önce, yani Osmanlı Devleti'nin kuruluşunda ve ilk yıllarda yoktu. Nitekim Fâtih Kanunnamesinde bu husus, "Koyunlu yerlü ve yürük yayla ve kışla hakkın virmeye" şeklinde yer almıştır47.
 
   Yaylak resmi, çoğu Osmanlı vilâyetlerinde 300 koyun bir sürü kabul edilerek, bir sürüye karşılık bir koyun olarak alınmıştır48. Bazı yerlerde ise sürüler âlâ (çok iyi), mutavassıt (orta), edna (orta altı) şeklinde sınıflandırılmak suretiyle vergilendirilmiştir. Meselâ Kü­tahya ve çevresinde çok iyi olarak nitelendirilenlerden 20 akça, orta halli olanlardan 15 akça ve orta altı olarak vasıflandırılanlardan 10 akça alınmıştır49. Hayvancılığın yaygın olduğu Doğu vilâyetlerinde ise yaylak resmi genellikle, sürü başına 33'er akça, Aydın'da 17 akça, Mardin ve Erzincan'da sürü adedine bakmadan, otlak resmi olarak her sürü sahibi hanedan bir nevgî yağ (200 dirhem) olarak alınmıştır50. Çemişkezek livası kanununa göre Sancağa bağlı yörelerden, resm-i yaylak karşılığı olarak her 300 koyuna bir koyun veya 30 akça alınmış, ayrıca bunun yanında, her haneden bir nevgî yağ alınması da hükme bağlanmıştır51. Bu vergiler haricinde Âdet-i çobanbeyi52 ve âdet-i resm-i kışlak-ı berriyye için her 100 koyundan yirmişer akça alınmaktaydı53. Kışlak resmi olarak evli bir kimse bir sipahinin tımarında kışlarsa 6 akça kışlak resmi verirdi. Kışlayan kimse ziraat ederse, kışlak resmi yerine resm-i zemin verirdi. Ayrıca kışlakcı kimse üç yıl bu yerde kalırsa bu üç yılda kışlak resmi verir, üç yıldan sonra ise resm-i bennâk alınırdı54.
 
   Konar-göçerlerden bu vergilerden başka resm-i arus (Gerdek vergisi)55, yave akçası56 ve bâd-ı hevâ57 gibi vergiler de alınmaktaydı. Bunun dışında savaş malzemesi üreten bazı oymaklar ise, vergileri yerine imal ettikleri ok ve yay gibi silahları devlete vermek gibi bir mükellefiyete sahiptiler. Meselâ Konya Karapınar (Sultaniye) yö­resinde yaşayan Atçeken ulusu, orduya at yetiştirmekle mükellef tutulmuştu. Keza Bozulus Türkmenlerinden olan İzzeddinlü aşireti, orduya ok yapmakla görevlendirilmiş ve daha sonra bundan dolayı Okçu İzzeddinlü olarak adlandırılmıştır. Yine orduya yay yapmakla görevlendirilmiş olanlara da "yaycı" denilmiştir.
 
   Konar-göçer ahali bir sipahiden toprak alarak ziraat yaparsa, diğer reaya gibi öşür ve sâlârlık (ağalık, kumandanlık) verdikten başka resm-i boyunduruk adı altında 12 akça resim verirdi58. Bununla birlikte konar-göçerlerin asıl meşguliyetleri hayvancılık idi. Bu se­beple imparatorluğun et, süt, yağ, peynir, deri gibi ihtiyacını karşı­lamakta ve yerleşik halkla ekonomik bir bütünlük sağlamakta idiler. Nitekim İstanbul'un et ihtiyacı bunlar tarafından karşılanmıştır.
 
   Yukarıda da görüldüğü gibi, Osmanlı toplumunu oluşturan her kesim, tabi bulunduğu kanun ve nizam çerçevesinde hareket etmek durumunda idi. Burada bizi doğrudan ilgilendiren grup ise, Osmanlı toplumunun yerleşik olmayan kısmıdır.
 
 

1-Mehmet İpşirli, "Kayseri Maddesi", Diyanet İslam Ansiklopedisi, VI, İstanbul 2008, s. 98.
2-Konar-göçer tabiri Osmanlı arşiv belgelerinde de yer almakta olup, aşiretlere bu ad, onla­rın göçebelerden farklı olarak kışlaklarında bir nevi küçük çapta yaptıkları ziraat dolayısıyla ve­rilmiştir (Bkz. Yusuf Halaçoğlu, XVIII. Yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu’nun iskân siyâseti ve Aşiretlerin Yerleştirilmesi, s. 14).
3-Bunun için bkz. Tayyib Gökbilgin, Rumeli'de Yürükler, Tatarlar ve Evlâd-ı Fatihan, İstanbul 1957, s. 13-14; Münir Aktepe, "Osmanlıların Rumeli'de ilk fethettikleri Çimbi Kalesi", Tarih Dergisi, sayı 2 (İstanbul 1950), s. 283-308; Aynı müellif, "XIV ve XVI. Asırlarda Rumeli'nin Türk­ler tarafından iskânına dair", Türkiyat Mecmuası, X (İstanbul 1953), s. 304-307; C. Orhonlu, "Osmanlı İmparatorluğu'nda Aşiretlerin İskânı", Türk Kültürü Araştırmaları, XV/l-2 (Ankara 1976), s. 269-270.
4-Bkz. Faruk Sümer, Oğuzlar (Türkmenler), Tarihleri-Boy teşkilâtı-Destanları, Ankara 1972, s. 450.
5-Yusuf Halaçoğlu, Anadolu 'da Aşiretler, Cemaatler, Oymaklar, 1453-1650, Ankara 2009.
6-Meselâ Fâtih Kanunnamesinde "Koyunlu yerlü ve yürük yayla ve kışla hakkın virmeye" şeklinde zikredilmiştir (Ö. L. Barkan, Kanunlar, s. 391).
7- Bu hususta geniş bilgi için bkz. Tayyib Gökbilgin, Rumeli'de Yörükler, Tatarlar ve Evlâd-ı Fatihan, s. 20-29,105 vd.
8-Ahmet Refik, Anadolu'da Türk Aşiretleri, İstanbul 1930, s.115.
9-Salâhaddin Çetintürk, Aynı eser, s. 111-112; Ayr. Bkz. Orhonlu, İskân Teşebbüsü, s. 17, not 31; Yörükler hakkında daha geniş bilgi için bkz. Tayyib Gökbilgin, Rumeli'de Yürükler, Tatarlar ve Evlâd-ı Fatihan, İstanbul 1957; Ayr. Bkz. Ayn Ali Efendi, Kavânin-i Âl-i Osman. İstanbul 1280, s. 42-43.
10-Eski Türk cemiyetinde siyasi teşkilatlanmanın en üst kademesini teşkil eden il, siyasi bakımdan müstakil, muntazam teşkilatlı millet anlamına geldiği gibi, ülke, memleket mana­sında da kullanılmaktaydı (Geniş bilgi için bkz. İbrahim Kafesoğlu, Türk Millî Kültürü, Ankara 1977, s. 205-206; Ayr. Bkz. T. H. Balcıoğlu, "Edremit civarında Türk aşiretleri", II. Türk Tarih Kongresi, İstanbul 1943, s. 926).
11-Büyük oymaklar bir araya gelerek içtimaî bir topluluk meydana getirirler. Oymaklardan, eski hareketli çağlarda çeşitli "halk konglomeraları" İl ve Ulus teşekkül etmiştir (Bkz. Râsonyi, Tarihte Türklük, Ankara 1971, s. 56).
12-Boyun kabileye mukabil olduğu hakkında bk. T. H. Balcıoğlu, Aynı makale, s. 926. F. Sümer, boyların diğer bir karşılığının da Taife olduğunu kaydetmektedir (Bkz. "Türk aşiretlerine umumî bir bakış", s. 51).
13-Cemaatlerin aşiretlere tâbi olması hakkında bkz. Ahmed Refik, Anadolu'da Türk Aşiretleri, Vs. nr. 212. Ayrıca, İstanbul Başvekâlet Arşivi'nde mevcut Maliyeden Müdevver defterlerde de bu kabilden örneklere rastlamaktayız. Meselâ, "Cemaat-i Öksüzler tâbi-i aşiret-i İzzeddinlü..."gibi (Bkz. MAD, nr. 8458, s. 69).
14-Cemaatlerin ve oymakların bazı araştırmalarda aynı anlamda kullanıldıkları görül­mektedir. Ancak ayrı birer grup oldukları belgelerden anlaşılmaktadır (Meselâ bkz. ATA, Vs. nr. 214, İstanbul 1930).
15-Vesikalarda, oymağın cemaate bağlı bir grup olduğu görülmektedir. Meselâ,"Ber cemaat-ı Bektaşlı an oymağ-ı Zorgânlı..." gibi (Bkz. MAD, nr. 8458, s. 290).
16-Bkz. Nejat Göyünç, "Tur 'Abidin im ı6jh. nach den Osmanichen Katasterbüchem" Vort-rage, XVIII. Deutscher Orientalistentag, VViesbaden 1974, s. 146. Burada, Hısn-ı Keyfa yöresinde bulunan 3 göçebe cemaatten Şakakî cemaati 14 oymaktan veya 999 aileden, Câlki cemaati 9 oymaktan veya 298 aileden, Aşti cemaati 400 aileden müteşekkil olarak gösterilmiştir. Ayrıca, Pir Hüseyin ve Bostanlık obalarının Harbendelü (Horbendelü) cemaatine bağlı bir grup olduğu da belirtilmelidir (Bkz. BOA, TD, nr. 604, s. 41-43).
17- Bu hususla ilgili olarak bkz. Ali Emirî ts. Ahmed III., nr. 7684, sene 11424; MAD, nr. 8458, s.59; Ayr. Bkz.  ATA, Vs. nr. 209, 212, 221; Orhonlu, İskân Teşebbüsü, s. 13; Faruk Sümer, Oğuzlar,s.201
18-Bunlarla ilgili olarak bkz. MAD, nr. 2931, s. 334; MD, nr. 120, s. 224; KK, nr. 5061, s. 22.
19- Orhonlu, iskân Teşebbüsü, s. 13.
20- Faruk Sümer, "Türk aşiretlerine umumî bir bakış", s. 511.
21- Orhonlu, İskân Teşebbüsü, s. 14.
22- Mesela, Maraş sancağında Mektubiyye Medresesi evkafına tâbi Türkmenlerden "Kara Bekir Türkmenleri" zikredilebilir (Bkz. Adana Şer'iyye Sicilleri, nr. 21, s. 71). Bu hususta pek çok aşiret veya cemaat, misal olarak gösterilebilir. Meselâ, Hacı Hamzalu, Dede Sülü, Selmanlu, Hüseyin Haculu. Aydınlı Hacı Abdurrahman cemaatleri gibi...
23- X. de Planhol bu baskılar sonucunda pek çok şiî Türkmen grubunun İran'a gittiklerini ifade eder (Bkz. Les Fondenıents geographigues de l'Histoire de l'Islâm, Paris 1968, s. 238).
24-  Geniş bilgi için bkz. Y. Halaçoğlu, İskân Siyaseti ve Aşiretlerin Yerleştirilmesi, s. 16-22.
25- At yetiştirmede en ziyade şöhret kazanan uluslar arasında Karaman-ili'nin kuzeyinde Haymana, Turgud ve Kayseri'ye uzanan geniş yayla bölgesinde yarı göçebe bir hayat yaşayan Atçeken ulusu zikredilebilir (Bkz. Orhonlu, İskân Teşebbüsü, s. 21).
26-  Meselâ,  1560 tarihinde İstanbul'da et sıkıntısını gidermek için Diyarbekir Beylerbeyi'nden, Türkmen koyunlarını İstanbul’a göndermesi istenmiştir (MD, nr.3, s.506; nr. 4, s. 437). Ayrıca Yeni-il kadısına gönderilen bir hükümde,  Ulus taifesinden İstanbul'da baş gösteren et sıkıntısının giderilmesi için, “…bıçağı yarar erkek hayvanları  İstanbul'a getürmesün…” emri verilmiştir (Bkz. ATA, Vs. nr. 61, s. 32-33).
27- Orhonlu, İskân Teşebbüsü, s. 20.
28- 19. yüzyılda bile Kozan yöresinde paranın bilinmediğini ihtiyaçların takas yoluyla yapıldığını Ahmed Cevdet Paşa "Tezâkir" adlı eserinde belirtiyor (Cavid Baysun nşr., TTK yayını, Ankara 1963, III, 161).
29- Yörükler umumiyetle tımar ve has reayası, Türkmenler ise has reayası idiler (Orhonlu, İskan Teşebbüsü, s.15)
30- Adana Şer’iyye Sicilleri nr, 21, s. 71-72; Ayr, bkz. ATA, Vs. nr, m , s. 58-59; Orhonlu, İskân Teşebbüsü, s.15
31- Osmanlı Kanunnameleri, MTM, 1/2, 307.
32 -Yörük taifesi yaylaklarına gelmekte ve gitmekte, oturmakta, lâzım gelen yerde üç günden ziyade oturmayalar..." (Osmanlı Kanunnameleri, MTM, 1/2,307).
33- Orhonlu, İskân Teşebbüsü, s. 17.
34-Eski Türklerde, bir kabile büyük nüfuz kazanarak diğer kabilelere de söz geçirirse, o kabilenin başı başbuğ olurdu (Bkz. Râsonyi, Tarihte Türklük, s. 58). Bey veya Başbuğ'a Rumeli'de Çeribaşı ismi verilmektedir (Bkz. Salâhaddin Çetintürk, Aynı eser.s. 114).
35-Meselâ, Bozuluş Türkmenlerinden İzzeddin, Küşne, Hamza Hacılu, Emrudlu (?), Dânişmendlü ve Kara Halillü cemaatleri Konya'nın Turgud kazasına Esbkeşan mukataası karyelerinden Atlandı adlı harap köye iskânlarından ve derbentçi tayin edebilmelerinden sonra, Karaman Valisi Vezir Mustafa Paşa'nen ve ayrıca Konya, Ilgın, Bolvadin ve Bozulus naiblerinin de rızasiyle adı geçen cemâatlerin voyvodası olan Abdurrahman da Derbend Ağası tayin edilerek berâtı gönderilmiştir (MAD, nr. 9956, sene 1168, s. 20).
36- Meselâ, 1714 yılında Yeni-il Türkmenlerinin iskânı hususunda Türkmen Ağası tarafından bir berat sunulmuştur (Bkz. Adana Şer’iyye Sicilleri nr. 21, s. 71).
37- Bkz. Orhonlu, iskân Teşebbüsü, s. 18.
38- Meselâ, XVI. asır ortalarından itibaren Yeni-il ve Halep Türkmenleri bir kaza teşkil ediyorlardı. Ayrıca, Kütahya sancağına bağlı Yörükân-ı Selendi, Bolu Sancağında Yörükân-ı Taraklı, Kastamonu sancağında Bozdoğan, Adana sancağında Karaisalu ve Trablusşam vilayetindeki Türkmenân-ı Salluriye zikredilebilir (Bkz. Orhonlu, iskân Teşebbüsü s. 19)
39- Yörük taifesi konup-göçe geldikleri itibariyle kimesneye raiyyet olmayup, her kande gider olsa cemaati ile yazdıkları karye sipahisine resm-i raiyyetlerini verip, toprak sahipleri dahledemezler" (Bkz. "Osmanlı Kanunnameleri", Millî Tetebbular Mecmuası, 1/2, İstanbul 1331, s.306).
40- "Bennâk ve mücerred, liva hakkıyla mart ayında alınmak kanunumdur. Martın evvel günü kimin tahviline düşerse, resmi çift ve bennâk ve mücerred anın olur” ("Osmanlı Kanunnameleri", Millî Tetebbular Mecmuası, 1/1, İstanbul 1331, s.109).
41- Bkz. Ö. L. Barkan, Kanunlar, s. 3.
42- İbrail Kanunnamesinde: "Reayadan iki koyuna bir akça resm-i ganem ve her üç yüz ko­yuna beş akça ağıl hakkıdır, amma eşkünci taifesi üç koyuna bir akça verir ve ağıl hakkı verir" hükmü yer almaktadır. (Bkz. Neşet Çağatay, "Osmanlı İmparatorluğu’nda reayadan alınan vergi ve resimler", DTCFD, V/5, Ankara 1947, s. 486, not 13).
43- Orhonlu, iskân Teşebbüsü, s. 23.
44- Osmanlı Kanunnameleri, MTM, 1/1, 97; N. Çağatay, Aynı eser, s. 509-510.
45- Kanunnâmelerde, resm-i merai, otlak resmi ve yatak resmi olarak da geçmektedir (N. Çağatay, Aynı eser, s. 509).
46- Meselâ, 957 (1550) tarihli Yeni-il kanununda ağıl resmi olarak vasat bir sürüden bir koyun alınırdı "...kışladığı takdirce resm-i yatak deyu her sürüden, mutavassıtü'l-hâlden bir koyun alınmak kanun mukarrer olmağın..." (Bkz. TD, nr. 262, s. 3).
47-Bkz. Ö. L. Barkan, Kanunlar, s. 391.
48- Bir koyunun değeri 948 (1541) yılında 30 akça olarak tespit edilmiştir. {Kanunlar Çemişkezek Livası kanunu, s. 190.) Ayrıca, Erzurum, Diyarbekir,  Ohri ve Çukurâbâd kanun­larında da bu şekilde hükümler bulunmaktadır (Kanunlar).
49- Kanunlar. Kütahya Livası kanunu, s. 26.
50- Kanunlar, Yeni-il kanunnamesi, s. 82; Aydın Livası kanunu, s. 12; Erzincan kanunu, s. 181. Ayrıca, 957 (1550) tarihli Yeni-il kanununa göre, Yeni-İl’de yaylayan Yabaneri taifesi, eskiden beri olan âdet üzere koru resmini verdikten sonra, her hanedan 33'er akça yaylak resmi verirlerdi. Zülkadirli taifesi ise, yine, konup-yayladıklan yurddan koru resmini verdikden başka, her hanedan 3 er akça yaylak resmi veriyorlardı (Bkz. TD, nr. 262, s. 6).
51- Kanunlar, s. 190.
52-Meselâ, Güney-Doğu Anadolu'da Çobanbeyi akçası olarak aşiretler 100 koyun için 17 akça verirlerdi (Nejat Göyünç, "XVI.yüzyılda Güney-Doğu Anadolu'nun ekonomik durumu: Kanunî Süleyman ve II. Selim devirleri", Türkiye İktisat Tarihi Semineri,  Ankara 1975, s. 94). Ağnam resmi   alman  reayadan  Çobanbeyi   resmi  alınmaması   hükme  bağlanmıştır   (Bkz. Kanunlar, Diyarbekir kanunnamesi, s. 133; Çermik livası kanunu, s. 169).
53- Bkz. Orhonlu, İskân Teşebbüsü, s. 23; Kanunlar, s. 144.
54- Kanunlar, Erzurum vilâyeti kanunu, s. 67.
55- Bu resim yerleşik olanlardan kızdan 60 akça, duldan 40 akça olarak alınırken, yörüklerde kız ve dullar babasına tâbi olduğu için aynı miktarda alınan bir vergiydi.
56- Sahipsiz tutulan hayvanlara karşılık alınan bir vergi olup "Kaçkun" da tabir edilirdi.
57- Bir kimsenin mal ve mülküne, davarına zarar veren kimseden alınan vergidir.
58- Bkz. Ö. L.Barkan, Kanunlar, s.3.
KİTAPLAR
MAKALELER
ŞAİRLER