İKİNCİ BÖLÜM - DOĞUM
İKİNCİ BÖLÜM
DOĞUM
Çocuğa Ad Konması:
Aşiret geleneğinde çocuğa ad konması şarta bağlıdır. Çocuk doğduğu zamana kadar erkek mi kız mı olacağı bilinmediğinden eğer kız olursa, bekârken ölen halanın adı, erkek olursa en yakın zamanda kaybedilen ve sevilen amcanın, dayının adı konur. Aşirette şöyle bir anlayış vardır ki, bir kimse çocuğuna kendi soyundan olmayan birinin adını korsa, onu kınarlar; ona saygı da göstermezler. Haricen konulan isimler, Peygamberimizin eşlerinin, çocuklarının, sahabeden olanların, Türk büyüklerinin isimleridir ve bunlar istisnadır. Askeri ve askerliği çok sevdiklerinden olmalıdır ki, herkesin askerdeki komutanının adını koyması da onların hatıralarına saygı olarak kabul edilir.
Garibandan birinin deniz aşırı pek de yaygın olmayan bir isim koymasını ise istihza ile karşılarlar. Biraz daha ileri gidip “Anan sarımsak, baban soğan; sen ne diyon kel doğan?” derler. Ahmet, Mahmut, Mehmet, Mustafa isimlerini peygambere olan sevgilerinden dolayı korlarken, Muhammet ismini de saygılarından dolayı koymazlar. Bu konuya oldukça dikkat ederler.
Ad konma şu şekilde olur: Çocuk yunup yıkanır, büyüklerin huzuruna getirilir. Ailenin büyüklerinden birisi çocuğu kucağına alır. Yönünü kıbleye çevirir. Yavrunun kulağına yavaş yavaş ezanı okur. Kelime-i tevhit ve kelime-i şahadet okunarak tekbir getirilir. “Göbek adın Muhammet, Fatma, Hatice” diye kulağına fısıldandıktan sonra, şöhret olan isim, yani asıl isim de ne olarak kararlaştırıldı ise söylenir.
Böylece isim konmuş olur. Misafirlere tatlı ve yemek ikram edilir. Yakınları tarafından hediyeler takdim edilir. Yaşının uzun olması dilenir. Adına sahip olması temenni edilir. Çocuğa genç yaşta ölen birinin adı konmuş ise; “Adı benzesin, yaşı benzemesin.” denir. Verilen isim, kötü bir talih sonucu ölen birinin adı ise onun için de “Adı benzesin de kaderi benzemesin.” derler.
Keyfe maaş(1) konuşmalar başlar, şakalar yapılır, benzetmeler gırla gider: “Aman kardeşim, dayısı varsa her şey arkadan gelir, korkma.” derler. “Boşuna mı demiş atalarımız, oğlan dayıya, kız bibiye.” diyerek durumu noktalamaya çalışırlar.
1 - Keyfe maaş: Canının istediği gibi, herhangi bir kurala ve kısıtlamaya tabi olmaksızın konuşma, davranma.
İsmail BOZKURT – Anadolu Türk Aşiretleri – Avşar ve Diğer Türkmen Aşiretlerinin Yaşayışı ve Kültürleri- Sayfa 46-47
Çocuklarda Duşak Kırmak
İster oğlan çocuğu ister kız çocuğu olsun, bilhassa oğlan çocukları üç dört yaşlarına geldikleri halde koşarlarken tökezlerlerse (ayakları birbirine dolaşırsa) bu çocukların duşaklı(1) olduğu düşünülür. O nedenle duşak kırılması gerekir.
Duşak kırma töreni şöyle düzenlenir: Çocuk evin önüne kıbleye karşı düz oturtulur. İki ayağı ayak bileklerinden iplik kalınlığında yumuşak bir yün erişle bağlanır. Çok iyi koşabilen sekiz on yaşlarında iki oğlan çocuğuna, duşağı kırılacak çocuğun sağından ve solundan birbirine ters istikamette evin etrafını dolanıp gelecek şekilde koşmaları için işaret verilir. En önce dolanıp gelen, bir el atmada duşağı bağlı olan çocuğun ipini koparır ve çocuğun annesine veya babasına kopardığı ipi verir. Bu işi yapan çocuklara ödül verilirken seyirci durumunda olanlara da kete, çörek, hedik, kavurga gibi yemiş yiyecek dağıtılır. Duşağı kırılan çocuk da tökezlemekten kurtulur. Bu merasim böylece tamamlanmış olur. Bu gelenek aşiretlerin hayatında çok eskiye dayanmaktadır. Duşağı koparılan çocuk tökezlemekten kurtulduğu gibi genellikle de duşağını koparan çocuğun çevikliğini kazanır ve “Biliyor musun, onun duşağını kim kırdı?” diye söylenir.
1 - Duşak: Çocukların düzenli koşmasını engellediğine inanılan görülmez bir bağ, köstek.
İsmail BOZKURT – Anadolu Türk Aşiretleri – Avşar ve Diğer Türkmen Aşiretlerinin Yaşayışı ve Kültürleri- Sayfa 47
Çocuklarda Dilaltı Kesilmesi
Bazı çocukların dillerinin alt kısmında dili alt damağa bağlayan iplik kalınlığında bir bağ bulunur. Halk arasında buna dilaltı denir. Bu bağ kesilmeden çocuğun doğru dürüst konuşmasının mümkün olmayacağını düşünürler. Eli uz, biraz da okuyan üfleyen, abdestli, namazlı hanımlar çocuğu incitmeden, ince bir makasla o bağı keserler. Kanamayı durdurmak için de çeşitli bitkilerden yapılmış ilâç kullanırlar. Dilaltı kesme yıllar önce başlatılmış bir uygulamadır. Hemen herkes bu uygulamayı yapar. Çocukların kekeme olması dilaltı kesilmemesine bağlanır. Dilaltı kesilerek dilin dönmesi sağlanarak çocuğun konuşma zorluğuna sebep olan engel de ortadan kaldırılmış olur.
Dilaltı bağı bazen kesilir, bazı defa da kendiliğinden kopar çözülür. Bu işin ustalarına götürülen çocuklar, adeta muayeneye tâbi olurlar. Usta, bu inceleme sonucu iki teklif sunar. Birincisi eğer dil ile damak arasındaki bağ hem kısa hem de bir iplikten kalın ise, bu bağ kesilecek demektir; mutlaka kestirirsiniz. Bağ bir iplik kalınlığında ise, “Bırakın; o, yakında kendiliğinden kopar” cevabını alırsınız. Gerçekten de bir müddet sonra kopar, düşer.
İsmail BOZKURT – Anadolu Türk Aşiretleri – Avşar ve Diğer Türkmen Aşiretlerinin Yaşayışı ve Kültürleri- Sayfa 47-48
Oğlan Çocuğunun Sünnet Edilmesi
Oğlan çocuğunun sünnet edilmesi İslâmî bir gelenektir. Diğer Müslüman toplumlarda olduğu gibi, aşiretler de oğlan çocuklarını sünnet ettirmişlerdir. Oğlan çocuğunu sünnet ettirmek ana ve baba için bir murat iken, çocuk için de erkekliğe adım atma olarak değerlendirilir. Sünnette ana ve babaya söylenen temenni, “Evliliğini de görün.” olur. Sünnet düğünü bazı ailelerde evlilik için yapılan düğünlerden farklı değildir. Hiç bir masraftan kaçınılmadan dört başı mamur düğün yapılır. Sadece bir fark vardır; o da şudur: Birinde gelin güvey, diğerinde ise sünnet olan çocuk var.
Düğün unutulsa bile sünnetli olup olmamak asla unutulmaz. Sünnetsizlik bir eksikliktir ve saklanması da mümkün değildir. Herhangi bir sebepten dolayı sünnet olamayanlar en sonunda asker ocağında sünnet ettirilirler.
Bir de doğuştan sünnetli olanlar vardır ki, bunlar için yemek yedirilir, mevlit okutulur. Bunlara ayrı önem verilir. Bu tür sünnetli olanlara “Peygamber sünnetli” derler. Bununla aileye mutluluk ve bereket geleceğine inanırlar.
İsmail BOZKURT – Anadolu Türk Aşiretleri – Avşar ve Diğer Türkmen Aşiretlerinin Yaşayışı ve Kültürleri- Sayfa 48