GELENEKLER

13 - YILBAŞINA DAİR

YILBAŞINA DAİR

   Yine bir yılbaşı geldi, acısıyla tatlısıyla koca bir seneyi daha devirdik. 2015 yılında yazdığım bir yazı aklıma geldi. Modası geçmiş midir? Dostlarımızın takdirinde. Yazıyı güncelleyip, o tarihte bir kaç dostumuzun ikazını da dikkate alıp, küçük ilaveler yaptım.

   2017 yılının son günündeyiz. Yaş kemale ermeye başlayınca, geçmişe de özlem her geçen gün artıyor. Üstat Cahit Sıtkı Tarancı'nın dediği "Her doğan günün bir dert olduğunu,/İnsan bu yaşa gelince anlarmış" misal hani... Bu özlemin sebebi, eski günlerin daha güzel olduğundan mı, yoksa o günlerde daha genç olduğumuzdan mı orası muamma. Geçenlerde bir dostum Cehaletle mutluluk ters orantılı demişti. Belki de eskiye özlemin sebebi daha cahil ama daha mutlu oluşumuzdandı.

   Yılbaşları, özellikle muhafazakâr karakteri yüksek (benim de yetiştiğim Kayseri gibi) şehirlerde ilginç bir hal alırdı. Bir yandan aslında içeriğini çok da bilmedikleri dini endişeler, bir yanda ise tüketim kültürünün kendisine dayattığı şeyler arasında sıkışır kalırdı insanımız. İşin doğrusu dini hassasiyetleri daha yüksek olanlar için hiç bir anlamı yoktu yılbaşlarının ama. Ortalama Türk insanı için durum biraz daha farklı idi...
Yılbaşının yaklaştığı günlerde, ilk iş gurbette olan ve sayısı iki elin parmağını geçmeyen hısım akraba yahut eş dost için şehir merkezinde kırtasiyecilerde satılan şehir manzaraları bulunan rengârenk kartpostallar alınır, arkasına kısa yeni yıl tebrikleri yazılırdı.

   Mahallemizden hatırlarım. Çocuklar el eline bakmasın diye bir tatlı telaşla hane reisleri; helalinden bir tavuk alır (o zaman hindi hem pek bilinmez, bilinse de bulunmaz, bulunsa da alınamayacak kadar pahalı olurdu). Akşama doğru mahalleye gelirken, mahallelinin hepsi sanki kendisini takip ediyormuş gibi bir tavırla, muzaffer bir komutan edasıyla, gururla ellerindeki fileleri göstere göstere gelirlerdi.

   Evde ise hane halkı geceye hazırlık yapardı, hazırlık olup da ne olacak ki; bulunursa tereyağlı, bulunmazsa Fite (Vita) yağlı bir bulgur pilavı, tavuğu da haşla üstüne didele ohh mis gibi. Ayrıca evde varsa senede bir kere tombala çıkarılır, yakın akrabalar yılbaşlarını vesile ederek toplanırlardı. Çok sonraları okey takımları da olan evler görmüştük de okey takımının varlığının ifadesi, elinde fileyle dönen yurdum insanın gururundan pek aşağı değildi doğrusu...

   Evde toplananların içinde hayta olup da, çoluk çocuk yanında olmamasına da özen göstererek, mutfağın bir köşesine alkollü bir içki koyup, çaktırmadan ara ara mutfak ziyaretleri yapan büyükler de yok değildi hani... O gün çılgınlar gibi şemşamer (çekirdek) çitlenir, saat tam gece yarısı 12 yi vurduğunda, küçük çocuklar da o saate kadar çoktan uyumuş olacağı için, tek kanal TRT de çıkacak olan dansöz, evde bulunan hanımefendilerden hafifçe korkularak seyredilirdi. O saatlerde Orhan Gencebay, Ferdi Tayfur veya Müslüm Gürses gibi arabesk sanatçılarının yılda bir kez televizyona çıkmasına izin verildiğinden hangi şarkıyı söyleyecekleri merak ve ilgiyle beklenirdi.

   1985 yılbaşı gecesi İstanbul'da tam gece yarısı Orhan Gencebay televizyona çıkacaktı, bendeniz yurt çıkmadığı için bir otel odasında bir kaç arkadaşımla kalıyordum. Bir kahvehanede huşu içinde Orhan Gencebay'ı beklerken polis gelmiş ve kahvehaneyi kapattırmıştı, Polisle kavga etmemek için kendimi zor tutmuştum.

   Tabi yılbaşının yaklaştığı günlerde bir de klasik “Yılbaşında ne yapıyorsun?” soruları sorulur ve hafif bir muhafazakâr ima da içeren bu sene PTT cevabını verirdi, sorunun muhatabı. Yani pijama, terlik, televizyon...

   Evet dostlarım eskiyi özlüyoruz. Hayatımızdan bir yaş daha geçip gidiyor. Ve artık asla 2017 yılındaki yaşımda olmayacağız...

   İşin aslına bakarsanız ve soruyorsanız bu yılbaşında ne yapıyorsun diye?

   Ben bu sene de PTT...

   Bu vesile yeni yılınız kutlu olsun, nice mutlu yıllara...
KİTAPLAR
MAKALELER
ŞAİRLER