2 - AVŞARLAR; OĞUZ KAĞAN’IN DELİŞMEN RUHLU ÇOCUKLARI
AVŞARLAR; OĞUZ KAĞAN’IN DELİŞMEN RUHLU ÇOCUKLARI
Avşarlar, Oğuz Kağan’ın altı oğlundan Yıldız Han’ın büyük oğlu Avşar’ın soyundan gelen bir Türkmen (Oğuz, Ogur, Uğur, Guz, Uz) topluluğudur. Afşar, Alpşar, Afshar gibi adlarla da anılırlar. Söz gelimi Kaşgarlı Mahmut’un eserinde ‘Afşar’ olarak kayıtlara geçmiş olup; Türkiye’de Avşar, Azerbaycan, İran taraflarında ise Afşar sözcüğü genel kabul görmüştür. As Gur, Beş (Baş) Gur, Bel Gur, Biti Gur, Bul Gar, Fin Gur, Go Gur, Gur, O Gur (Uğur/Oğuz), On Gur, Sol Gur (Salur), Uy Gur ve Gur-man-ç (Kür-d/t) boy ve/veya birlik (confederation) adlarından hareketle Avşar sözcüğünün sonundaki -ar eki ‘Gur’dan geliyor olabilir. Benzer sözcük değişimleri Avar, Hazar (Khazar), Sabar (Sabir, Sibir) vb. örneklerde de görülür. Günümüzde “-ar, -er” ekleri Anadolu Türkçesinde sıkça kullanılmaktadır. Bu açıdan bakıldığında Gur’un etnik ad; Türk’ün ise türük/török, törük, töre söylenişlerden hareketle -belki de- Hz. İbrahim’e veya Hz. Musa’ya kadar giden -ümmet anlamında- bir dinî terim olma olasılığı da göz ardı edilmemelidir. Rab sözcüğünün de kökeni olan Ra sözcüğünün Hz. İbrahim ve Hz. Musa dönemlerinde “Allah” demek olduğunu da düşünürsek, Tanrı sözcüğünün “tan yerinin sahibi, ışığın sahibi” gibi anlamlara gelebileceği; “Ra”nın zamanla “-rı”ya dönüşmüş olabileceği de unutulmamalıdır. Ki Hz. İbrahim’in bir Sümer kentinde doğduğu; Sümer imamı/rahibi olduğu; Sümerlerle, Türklerin akraba oldukları ile ilgili savlar (iddia) da cabası. Bu noktada, Sümerce “sıtara” (belki de sı-ta-ra?) yani şimdilerin “star” sözcüğünü de araştırmak gerekiyor haliyle.
Başlangıçta bugünkü Özbekistan’ın kuzey taraflarında ve Seyhun Irmağı kıyılarında yaşayan Avşarlar, zamanla güneye doğru hareketlenmişlerdir. Avşarların –neredeyse- tamamı 10. yüzyılda Müslüman olmuştur. Tarih sahnesine 11. yüzyıldan itibaren ve yıldan yıla ağırlıklarını hissettirerek çıkmışlardır. “Avşar” adının anlamına gelince, Reşideddin’e göre, “çevik, vahşi hayvan avına meraklı” demektir. Ebu’l-Gazi Bahadır Han ise “işini çabuk gören” olarak kaydetmiştir. Alpşar’dan hareketle “savaşçı er/kişi” anlamına geldiğini öne süren tezler de vardır. Yıldız Han’ın diğer üç oğlundan gelenler yani Avşarların emmi uşakları ise sırasıyla Kızık, Beydilli ve Karkın boyudur. Yine Avşarlar da Kayılar da Bozok kolundan olmaları hasebiyle yani ebeleri (babaanne) bir olduğu için birinci dereceden yakın akrabadırlar. Oğuz Kağan’ın iki hatunu (khatun / katun / kadın) vardır malûm. Avşarlar, devletlû olmayı başarmış yani cihan devleti kurabilmiş beş Oğuz (Ogur / Uğur) boyundan biridir. Devletlû olan diğer boylar ise Beydilli, Eymür, Kayı ve Yazır’dır.
Avşar / Afşar adına tarihte ilk kez M.Ö. 500’lü yıllarda Türkiye’nin, Doğu Karadeniz kıyılarında, Artvin yöresinde bir ırmak ve yerleşim yeri adı olarak rastlanır. Ayrıca Azerbaycan’ın başkenti Bakü’ye ev sahipliği yapan yarımadanın adının Avşarlardan geldiğine dair tezler (iddia) de vardır. Şöyle ki kaynaklarda “Apsaran” olarak geçen bu adın, f-p değişmesi ile Afşar’dan (Avşar) geldiği ve sonuna -ler, -lar anlamına gelen Farsça “-an” eki getirildiği söylenmektedir. Anadolu’da da, 1930’lu yıllara kadar -ler, -lar çoğul eki yerine yazışmalarda Farsça -an eki kullanıldığını biliyoruz. Yörükân - Yörükler, Guran - Gurlar gibi… Türk Dil Kurumunu ve Türk Tarih Kurumunu kurduran Gazi Mustafa Kemal Atatürk, dilde sadeleşmeyi sağlamak ve Türkiye Türkçesi ile Türkistan Türkçesini birbirine yakınlaştırmak için büyük çaba harcamıştır. “En büyük hayalim Ankara’da basılan bir gazetenin Uygurlara kadar bütün Türklerce okunup anlaşılmasıdır.” sözleri de bizzat Karamanoğlu Avşarlarından Gazi Mustafa Kemal Atatürk’e aittir. Denilebilir ki rahmetli Atatürk, Karamanoğlu Mehmet Bey’in fermanını kulak ardı eden devlet ve/veya kalem erbabının kulağını çekmiştir.
Avşarların ongunu (amblem), tavşancıl olarak da adlandırılan şah kartalıdır. Şah kartalı, yırtıcı bir kuş türü olup; yüksek dağlardan, ovalara hatta yarı çöl ikliminin hüküm sürdüğü bölgelere kadar oldukça geniş bir yelpazede yaşayabilir. Yuvalarını, genellikle yüksek kayalıklara yapar. 1-3 arası yumurta üzerinde kuluçkaya yatarak, yerleşik üreyen bir kuş türüdür. Tavşan, tilki, sansar vb. küçük memelileri avlayarak beslenir. Yetişkin bir şah kartalı koyun, keçi gibi küçükbaş hayvanları da avlayabilmektedir.
Şah kartalı; Avşarların ongunu olan efsane savaşçı
Avşarlar, Oğuz (Ogur / Uğur / Guz / Uz) boyundan olmaları dolayısıyla Türkmenistan, Afganistan, İran, Azerbaycan, Türkiye, Irak, Suriye, Libya, Cezayir, Kıbrıs, Yunanistan, Bulgaristan, Kosova, Makedonya, Bosna-Hersek, Kırım, Gürcistan (Ahıska), Ermenistan… diye giden çok geniş bir coğrafyaya yayılmışlardır. Bu dağılımda, Batı Türk Hakanlığını (devlet) elinde tutan Osmanlı Hanedanlığının ve devlet ricalinin (bürokrasi), Avşarları zayıflatmak için zorunlu iskân ve sürgünlerle -özellikle Anadolu’daki - Avşar oymaklarını (aşiret) üç kıtaya dağıtması da etkili olmuştur. Türkiye’deki yerleşim birimleri söz konusu olduğunda, Avşarlar, -Kayılardan sonra- ikinci sırada yer almaktadır. Avşarların -devlet eliyle- üç kıtaya dağıtıldığı da hesaba katıldığında, bu oranın ne anlama geldiği daha iyi anlaşılmaktadır. Anadolu’nun Türkleşmesinde en etkili boylar Kayılar ve Kınıklarla birlikte Avşarlar olmuştur. Türkiye’nin nüfus haritasına bakıldığında Gaziantep’ten, Muğla’ya; Adana’dan, Yozgat’a kadar Avşarların ağırlığı hissedilmektedir. Karabağ, Tebriz-Urmiye, Musul - Telâfer, Halep – Gaziantep - Hatay, Çukurova, Göller yöresi, Kayseri - Konya arası, Yozgat - Sivas… diye giden yörelerin nüfusu ağırlıklı olarak Avşar’dır. Çukurova’da 18. ve 19. yüzyıllarda yaşanan ve Niğde’den, Halep’e kadar oldukça geniş bir alanda etkisini hissettiren Avşar kalkışması sırasında çok sayıda oymak (aşiret) ve / veya oba Çukurova bölgesinden alınarak, bir kısmı Göller yöresine bir kısmı Kayseri - Yozgat taraflarına sürgün edilmiştir. Son olarak 1865’te gerçekleştirilen Fırka-i Islahiye harekâtı ile kışlak olarak Adana – Gaziantep – Halep -Hatay arasını yurt tutan; yazları, Niğde – Kırşehir – Yozgat - Kayseri hattına kadar çıkan Avşarlar Adana (Kozan, Sarıçam, Üreğir, Yumurtalık vd.) Hatay, Halep, Osmaniye, Kahramanmaraş (Afşin, Elbistan), Malatya, Sivas, Kayseri (Develi, Pınarbaşı, Sarız, Tomarza, Uzun Yayla), Yozgat, Kırıkkale (Keskin) diye giden yörelere ve çeşitli yaylaklara zorunlu iskân edilmişler ve yüz yıllık bir kalkışmanın (isyan) ardından yerleşik hayata geçmek zorunda kalmışlardır. Koyuncu olarak bilinen Avşarların, Göller yöresine göçle birlikte keçi yetiştiriciliğine döndükleri ve Beydağlarının engebeli arazisine çok çabuk uyum sağladıkları da bir vakıadır. Avşarlar tarım, hayvancılık gibi uğraşların yanı sıra, çeşitli zanaatlarla da meşgul olmuşlardır. Özellikle sıcak demir ustalığı ve buna bağlı olarak at koşumları, araba koşumları, bıçak, çakı, mutfak eşyaları, nalbantlık, orak, pulluk, saban demiri, tırpan diye giden, haliyle Anadolu’daki iktisadî (economic) döngüye olumlu katkısıyla öne çıkan el becerileri; giysi ve ev eşyası dokumacılığı; yerleşik kültürle birlikte gelişen taş / duvar ustalığı vd. iş kolları da unutulmamalıdır. Ama asıl en önemli husus, asırlarca silahlı güç olmalarını da sağlayan demircilik mesleğindeki ustalıklarıdır. Bu sayede kendi silahlarını, kendileri üretebilmişler; ürettikleri bu kılıçlar, mızraklar, temrenlerle de askerî ve siyasî anlamda her daim adlarından söz ettirmişlerdir. Yeri gelmişken bir tarihî ayrıntıyı daha aktaralım. 1687 ve 1690 yıllarındaki Osmanlı - Avusturya savaşlarında Osmanlı’nın asker istemesi üzerine -günümüzün jeopolitiğinde- Kuzey Suriye olarak geçen Halep, Bayırbucak vd. yerleşim birimlerinden binlerce Avşar Türkmen’i (sipahi, gönüllü veya delibaş olarak?) söz konusu seferlere katılmıştır. Kısacası (velhasıl) kimilerince Suriye’nin kuzeyi olarak adlandırılan Batı Türkmenliye yardım eli uzatmamız bir namus ve şeref meselesidir.
Azerbaycan – İran - Afganistan hattındaki Avşarlar da Türkiye’dekine benzer bir süreç yaşamışlardır. Kuzey Azerbaycan’da bulunan Avşar oymaklarının (aşiret) bir kısmı Çarlık Rusya’sına boyun eğmeyerek Güney Azerbaycan’a çekilmişlerdir. Kalanların da, Ruslarla bir ölüm - kalım mücadelesi verdiklerini söyleyebiliriz. Misal nüfusunun neredeyse tamamına yakını Türk / Türkmen olan Revan’ın (Erivan) bugün Ermenistan’a başkentlik yapıyor olması gerçekten de yürek burkan bir durumdur. Karabağ ve Hocalı ise başlı başına bir hınç! Güneye çekilen Avşarlar, Urmiye-Tebriz hattında yoğunlaşmışlardır. Bu yoğunlaşmanın sonucunda İran’da yönetimi ele geçirmişler ve son Türk cihangiri Nadir Şah önderliğinde, Avşar İmparatorluğunu kurmuşlardır. Bir kısım Avşar oymakları bu süreçte Güney Azerbaycan’dan alınarak, Afganistan - Pakistan hudutlarına ‘ileri karakol’ amaçlı gönderilmişlerdir. Horasan’da ilk andan itibaren yaşayan Avşarların bir kısmı ise zamanla Kuzeybatı Afganistan’a, Huzistan bölgesine ve İran’ın içlerine doğru inmişlerdir. Avşarlar günümüzde Kuzey ve Güney Azerbaycan ile Horasan (Khorasan / Xorasan) bölgesinde yoğun olarak varlıklarını sürdürmektedirler.
Avşar kökenli olup; bir dönem Türk Tarih Kurumu Başkanlığı da yapan şimdilerde ise siyasetle uğraşan (iştigal) ünlü tarihçi Yusuf Halaçoğlu’nun tespitlerine göre, günümüzde sadece Türkiye’de 6,5 milyon Avşar yaşamaktadır. Türkiye’nin 59 ilinde Avşar yerleşimleri olduğu tespit edilmiştir. İl sayısı arttıkça artacaktır kuşkusuz. Kuzey ve güney Azerbaycan, Balkanlar diye giden göç, zorunlu göç ve sürgün bölgeleri, yöreleri de düşünüldüğünde Oğuzların (Türkmen) ana kollarından biri olmaları hasebiyle ‘can damarı’ olan Avşarların kalabalık bir nüfusa sahip olduklarını söyleyebiliriz. Balkan faciası yıllarında toplu kıyıma (katliam) hatta soykırıma uğrayan Türklerin büyük çoğunluğunun Avşar kökenli olduğu da unutulmamalıdır. Zira Balkanlara zorunlu göç ve sürgün edilenlerin Karamanoğulları, Saruhanoğulları gibi Avşar Beyliklerine mensup insanlar olduklarını biliyoruz. Misal Saruhanoğulları oymaklarından (aşiret) bazıları zorunlu iskâna karşı gelerek, Kafkasya’ya çekilmişler ve burada Karabağ Hanlığını kurmuşlardır. Haliyle Karabağ’da, Hocalı ’da soykırıma uğrayan soydaşlarımızla Manisa’da yaşayan yurttaşlarımız arasında zerrece bir fark yoktur. Irak’taki, Suriye’deki kardeşlerimizin, soydaşlarımızın da hakeza… Yine Irak’ın, Türkiye sınırına çok yakın bir noktasında bulunan ve nüfusunun % 70’inin Avşarlardan oluştuğu söylenen Telâfer, Hanefî mezhebinden ve Alevî meşrebinden (Caferi?) Türkmenlerin birlik-beraberlik içerisinde, kardeşçe yaşadığı bir kent iken bugün ne hale geldiği ortadadır. Hem öyle ya, yıllarca süren Irak - İran savaşı sırasında, Irak ordusundaki muharip (harpçi / savaşçı) subaylar arasında çok sayıda Telâferli kardeşimizin olduğu söylendiğine göre bu savaşta Arap ve Farisî siyasilerin Türk’ü, Türk’e kırdırmadıkları ne malûm? Kısacası en az Afyon / Bayat, Çorum /Bayat kadar Türk olan, Bayat Türkmenlerinin yurdu Kerkük’ten başlayıp Erbil, Musul, Altunköprü, Telâfer, Kamışlı, Rakka, Halep, Bayırbucak, Golan diye giden noktalarda soyu kırılan (katl) insanlar, bizim insanlarımızdır.
Avşarlar, Türk ve İslâm tarihinde çok büyük hizmetler yapmış, doğrusunu söylemek gerekirse (tabir-i câizse) tarihe yön vermiş bir Oğuz / Türkmen topluluğudur. Büyük Selçuklu Sultanı Alparslan’ın ünlü komutanı Avşar Beyi Aksungur öncülüğünde Ortadoğu’ya inmişler ve Musul - Halep bölgesini ele geçirerek Zengiler Atabeyliğini kurmuşlardır. Aynı dönemlerde bir başka Avşar Beyi Aydoğdu Huzistan Beyliğini kurmuştur. Orta Anadolu’da Moğol egemenliğine son veren; Türkçenin resmi dil olması, Kur’an-ı Kerim’in Türkçeye çevrilmesi, Türkçe tıp kitabı yazılması, mehter takımının kurulması, Arapça yerine kendi alfabelerini kullanmaları gibi ilkleri gerçekleştiren Karamanoğulları ve devamı olan Alâiye (Alanya) Beyliği; sonradan Karabağ’a göçen Saruhanoğulları Beyliği; Türkistan ve Güneydoğu’da yerleşim yeri adlarını yadigâr bırakmış Germiyanoğulları Beyliği; Aydınoğulları Beyliği; dönemin en güçlü üç hanedanlığı olan Osmanlı, Memlûklu (Ed-devlet’it Türkiyya) ve Safeviler’e rağmen uzun yıllar varlığını sürdürmeyi başaran Dulkadiroğulları Beyliği; Şumlaoğulları Beyliği; İnançoğulları Beyliği; Sevindik Han Beyliği; Karabağ Hanlığı; Erdebil Hanlığı; Urmiye Hanlığı; Karabağ’da hüküm süren Civanşir Hanlığı; Özeroğulları Beyliği; Sırkıntıoğulları Beyliği; Karsantıoğulları Beyliği; Küçük Alioğulları Beyliği; son olarak Osmanlı’ya kafa tutan Kozanoğulları Beyliği ve tabi ki Avşar (Afşar) İmparatorluğu… diye giden çok sayıdaki siyasî teşkilatlanmaya imza atmışlardır. 18.-19. Yüzyıllarda Libya’yı yöneten Karamanoğlu Avşarları da unutulmamalıdır. Yine 18. Yüzyılda, Horasan’da -yarım asır kadar- hüküm süren Avşarlar da hakeza. Ayrıca Akkoyunlular, Karakoyunlular, Ramazanoğulları ve Safevî Hanedanlığında en önemli unsurların (vurucu güç) başında geldikleri tarihî kayıtlarla da sabittir. Özellikle de Bayındır boyu tarafından kurulmuş olan Akkoyunlulara ve bir diğer Türkmen hanedanlığı olan Safeviler’e verdikleri güçlü destekle öne çıkmışlardır.

Nadir Şah tarafından kurulan Avşar İmparatorluğunun ulaştığı en geniş sınırlar...
Haçlıların, Ortadoğu’dan çıkarılmalarına önayak olan, ayrıca birbirlerinin devamı niteliğindeki Eyyubilerin ve Mumlukların (Ed-devlet’it Türkiyya) temellerini atan adam olarak da kabul edilen Musul Atabeyi Nureddin Zengi; Moğolları, Konya’dan çıkaran ve Türkçeyi resmî dil yapan Karamanoğulları ve ünlü hükümdarları Mehmet Bey; Karaman’dan gelip, Osmanlı’nın kuruluşunu ilân eden Dursun Fakih; kökü Karaman’a dayanan dünyaca ünlü denizci ve haritacı Pîri Reis; Doğu Anadolu’dan, Pakistan’a (Hindistan’ın batısı dâhil) ve Özbekistan’dan, Katar’a kadar büyük bir kağanlık (devlet) kuran dahası Çin’e akın düzenleyen son Türk cihangiri olan Nadir Şah; kökü Karaman’a dayanan ve Avşarların, Kızıllar oymağından olan Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk, aslı Konya - Karaman taraflarından olan Doğu Cephesi kumandanı Kazım Karabekir Paşa; aslı Karaman’dan olup, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin kurucu cumhurbaşkanı olan Rauf Denktaş; aslı Kayseri / Pınarbaşı Avşarlarından olan büyük dava adamı Alpaslan Türkeş; Osmanlı kuvvetlerini Antalya’dan, Kütahya’ya kadar kovalayan Şahkulu; asıl adı Veli olup, “Ferman Padişahın, dağlar bizimdir!” sözüyle efsane olan Dadaloğlu; üzerine gelen Bolu Beyine (Osmanlı) karşı verdiği mücadele ile dillere destan olan Tokat yöresinin Türkmen Beyi Köroğlu (Azerbaycan’daki adıyla Qoroğlu / Koroğlu); âşıkların piri Karacaoğlan; Osmanlı’ya kafa tutan Kozanoğlu; Cumhuriyet döneminin büyük ozanı Âşık Veysel Şatıroğlu; soyu, bir Avşar Beyliği olan Dulkadiroğullarının başkenti Kahramanmaraş’a dayanan Necip Fâzıl Kısakürek, Avşar yurtlarından olan Adana’nın millî kurtuluş günü için yazdığı şiir nedeniyle “Bayrak” şairi olarak ünlenen Arif Nihat Asya; Avşarların, Kızılaliler oymağından olan Muhsin Yazıcıoğlu; geçmiş dönem kültür bakanlarından Namık Kemal Zeybek; geçmiş dönem içişleri bakanlarından Meral Akşener; iktisatla (economi) ilgili görevlerde bulunan son dönemin faal (active) bakanlarından Lütfi Elvan; Karaman taraflarından, Balkanlara sürgün / zorunlu iskân edilmiş bir aileden gelen Muharrem İnce; ülkücü / milliyetçi ozanlardan Kaya Kuzucu; âşıklık geleneğinin son dönem temsilcilerinden Gül Ahmet Yiğit; türküleri / şarkıları dillere pelesenk olan Murat Kekilli; motosiklet yarışlarının dünyaca ünlü ismi Kenan Sofuoğlu, millî şehidimiz Ömer Halisdemir… diye giden birçok ünlü şahsiyetin kökeni ya Avşarlara dayanmaktadır yahut Avşar olmaları kuvvetle muhtemeldir.

Atatürk, Karamanoğlu Avşarlarının Kızıllar Oymağındandır.
Büyük ozanlarımızdan olan Muharrem Ertaş’ın seslendirdiği, Dadaloğlu’na ait “Avşar Elleri” türküsü başta olmak üzere, Beydağları (Taurus / Toros) boyunca ve Kırşehir - Yozgat taraflarına kadar yurdumuzun birçok yöresinde söylenip - dinlenen Avşar bozlakları; Türk edebiyatında çok önemli bir yer tutan ve âşıklık geleneği olarak da anılan sözlü edebiyatımızın sürmesini sağlayan Avşar ağıtları; Türk halk oyunlarının vazgeçilmezlerinden olan ve Antalya (Serik), Burdur (Bucak), Denizli, Muğla zeybeği gibi yöreden, yöreye değişen adlarla da anılan Avşar zeybeği; yine Kayseri, Yozgat, Kırşehir, Niğde taraflarında oynanan Avşar halayı… diye giden unsurlar Türk irfanının (culture / kültür), sanatının, edebiyatının can damarları olmayı sürdürmektedir. Türk töresini bırakmayıp, “Aslı kurttur; kurt yavrusu, kurt olur.” diyen Dadaloğlu’nun; Osmanlı askerlerinin tüfek (tüfeng) kullandığını görünce, “Tüfeng icat oldu, mertlik bozuldu.” diyen Köroğlu’nun; “Uzun ince bir yoldayım / Gidiyorum gündüz gece.” diyen Âşık Veysel’in türküleri dilden dile dolaşmaktadır. Yeri gelmişken, Türk âşıklık geleneğinin 2. Kerem’i olan Karacaoğlan’ın iki dörtlüğüne birlikte göz atalım:
Hasan Dağı, Erciyes’in eteği
Yiğitler yatağı, sümbül biteği
Yüce tepelerin Avşar yatağı
Burcu burcu kokar gülün Erciyes…
. . .
Dilinde türküdür delikanlının,
Gönlünde yatıyor Türkmen gelinin,
Bin yıllık sevdası Avşar elinin,
Yüreğim dağlıyor Karaca’m deyi…
Avşar demek ‘söz’ demektir; türkü, ağıt, ninni, tekerleme demektir. Acılı bir tarih, acılı hayatlar söz olmuş, Tanrı’ya uçmuş; gözyaşı olmuş toprağa düşmüştür. İlk dörtlükle ilgili olarak, 3. dize “Yüce tepelerin Avşar otağı” şeklinde olsaymış keşke demekten kendimizi alamıyoruz. Sözü bir başka Çukurovalıya bırakıp; Çukurova’nın buğdayı, pamuğu, lâlesi, sümbülü ile birlikte büyümüş olan Kemal Sadık Göğceli’nin Avşar kocalarından, ninelerinden derlediği ağıtla devam ediyoruz:
Yerden yanı uldu m’ola?
Göğden yanı soldu m’ola?
Memmed’imin ala gözün,
Garıncalar oydu m’ola?
Peki, Kemal Sadık Göğceli kimdir, bilir misiniz? Beydağları (Taurus / Toros) üzerine kaleme alınmış en güzel doğa tasvirlerini barındıran “İnce Memed” romanlarının yazarıdır. Özellikle 1. cildin ilk 35-40 sayfalık bölümü harikadır. Mutlaka okumalısınız. Evet, asıl adı Kemal Sadık Göğceli olan Yaşar Kemal’den söz ediyoruz dostlar. Kendisi Avşar olmamakla birlikte, çocukluk ve gençlik yılları Avşarların arasında geçmiş olan Kemal Sadık Göğceli’nin yani Yaşar Kemal’in söz ustalığındaki bilgi, birikim ve becerisinin temellerinin Avşarlara dayandığını söyleyebiliriz. Kendisi de bir söyleşi sırasında bu durumu, “Çukurova kültürü” olarak dolaylı da olsa itiraf etmiştir. Pirimiz, -yukarıdaki ağıtın da yer aldığı- onlarca deyişten / derlemeden oluşan ilk kitabını gerçek adıyla yani Kemal Sadık Göğceli olarak yayımlamıştır bu arada.
Anadolu’da yaşayan Avşarların büyük bölümü Hanefî mezhebindendir. Beydağlarında ve Güneydoğu bölgemizde yer yer Alevî meşrepten yani amelde Hanefiliği takip eden ama itikadî konularda Caferiliğe yakın duran Avşarlar da vardır. Azerbaycan ve İran’daki Avşarların bir kısmı özellikle Safeviler ve sonrasında 12 İmam geleneğini benimseyerek; Şiî / Caferi iklime geçmişlerdir. Bu arada Ebu Hanife, derede bulduğu elmayı ısırıp; sahibinden helâllik almak için üç yıl çalışmak zorunda kalan bir Türkmen dervişinin oğludur. Maddî - manevî yönden dünyalar güzeli olan kadın da annesidir. Sonra Derviş Sadık ölür. Sadık oğlu Numan (Ebu Hanife) annesi ile Bağdat’ta yaşayıp giderken; Câfer-i Sadık Hazretlerinin derslerine başlar. Dahi derecesinde bir zekâya sahip olan küçük Numan kısa sürede herkesin sevgilisi olur. Câfer-i Sadık Hazretleri, küçük Numan vesilesiyle elma hikâyesini duyar. Bu yüksek takva sahibi Türkmen kadını ile -Allah’ın emri, peygamberin kavli üzere- evlenmek ister. Yokluk ve kimsesizlik de var tabi. Kadın, evlenmeyi kabul eder. Kısacası (vel’hasıl) Câfer-i Sadık Hazretleri, Ebu Hanîfe Hazretlerinin hem hocası hem de üvey babasıdır. Aslına bakarsanız (haddizatında) Avşarlar arasında mezhep, meşrep, tarikat, cemaat gibi yapay ayrımların hiçbir önemi yoktur. Avşarlarda asl’olan soy-sop birliğidir. Geçmişten günümüze kadar gelip - geçmiş tarihî şahsiyetler de bu algıyı, anlayışı ortaya koymaktadırlar zaten. Misal kendisi Hanefî olduğu halde İran gibi nüfusunun büyük çoğunluğu Şiî olan bir ülkeyi bir arada tutan Nadir Şah bu anlayışa en güzel örnektir.
Tamamı Müslüman olan Avşarların günlük yaşantılarında Tengri inancına ilişkin kültür kırıntılarını sıkça görebilirsiniz. Üçler, beşler, yediler, kırklar inancı; cemre düşmesi; gelinin, lohusa kadının albızdan korunmak için al örtünmesi; gelinlerin beline kırmızı kuşak bağlanması; bebeklerin ve çocukların giysilerinin omuzlarına kötü ruhlardan (nazar?) korunmaları için divan (çitlembik / çitlenbik) ağacından kertikli tılsımlar takılması, bu tılsımlara kurt dişi (teknolojinin ilerlemesiyle birlikte bunların yerini plastik dişler almıştır.) de eklenmesi; doğum yapan kadının ve bebeğin kırk gün el (toplum) içine çıkarılmaması; albızdan korumak için kundaktaki bebeklerin ellerinin / kollarının bağlanıp, üzerlerine al örtülmesi; kökenleri Yada Taşı Efsanesine kadar giden nazar boncuğu inancı; mezarların üzerine türbe yapma geleneği; ağaçlara çaput bağlama geleneği; ay ve güneş tutulmalarında gökyüzüne ateş etme (öncesinde ok atma) ve davul, teneke vb. aletlerle, eşyalarla gürültü çıkarma; yerleşim biriminin merkezine direk dikme (Bu durum, yerleşik kültüre geçişle birlikte ağaç dikme haline dönüşmüştür.); düğün evinin yanına toru (genç çam ağacı) dikerek, torunun ucuna soğan, yumurta vb. tutturma (Günümüzde -mutlaka- Türk Bayrağı da asılmaktadır.); gelinin, koca evine girerken testi kırması; bir bebek doğduğunda, ağaç dikilmesi ve ağacın yaşaması halinde bebeğin de yaşayacağına inanılması; birini / birilerini uzağa yolcu ederken, ardından su dökülmesi; akan (akar) suyun ve göllerin kutlu bellenmesi, ırmaklara ve göllere pislik atılmaması; mutlu bir haber alındığında, semah dönerek oynanması ki bu adet de kamların, Tanrıya yakarışı (dua) sırasındaki uygulamalardan (ritüel) gelir; Alevîlerdeki dedelik makamının, Tengri inancındaki kamlarla (chamans / şaman, Fransızcaya ait bir sözcüktür bu arada.) aynı olması… diye giden uygulamalar Tengri inancından, günümüz Türk kültürüne birer yansımadır.
Avşarlar denince, Türk kültürünü oluşturan her öğe, her unsur -ister istemez- muhabbetimizin konusu olur. Bunlardan biri de el işi dokuma geleneğidir. Özellikle Güney Azerbaycan’ın Tebriz, Urmiye gibi yörelerinde dokunan, dünyaca ünlü Avşar halı ve kilimlerine paha biçilememektedir. Hatta diyebiliriz ki Türkmenistan’daki Ahal (Akal / Akhal) Teke atları ne anlam ifade ediyorsa Avşar halı ve kilimleri de o derece anlam ifade etmektedir. Halı ve kilimlerde kullanılan desenler (motif) Macar ovalarından Saha’ya (Saka, Sakha), oradan Kuzey Amerika’ya kadar bir büyük dünyanın gen haritası gibidir. Kök boya, ilmek (ilmik) düğümü ve desen özellikleri ile benzerlerinden ayrılan bu Türk dokuma kültürü, Anadolu’da da yaşatılmaya çalışılmakta ve Adana, Antalya / Döşemealtı, Isparta, Uşak, Manisa / Gördes, Niğde, Kayseri / Bünyan gibi yörelerde mahallî imkânlarla ve / veya devlet destekli (halk eğitimi kursları, devlet teşvikleri vb.) girişimlerle markalaşma yolunda önemli adımlar atılmaktadır. Türkistan’daki Pazırık kurganından çıkan ve dünyanın en eski halısı olduğu tespit edilen binlerce yıllık tarihî bulgu ile günümüzde dokunan halı ve kilimlerin, desen ve ilmek / ilmik düğümleri yönünden birbirlerine neredeyse tıpatıp benzediklerini de ifade edelim. Yine Türkistan’da bulunan ve dünyanın en eski pantolonu olduğu söylenen koçbaşı desenli bulgunun tarihimiz ve kültürümüz açısından ne derece önemli olduğunu da söylememize gerek yoktur sanırım.
Avşarların, Türk mutfağına olan katkıları da yadsınamaz. Neredeyse yüzyıl öncesine kadar Yörüklük geleneğini sürdüren ve konar - göçer bir hayat süren Avşarlar, uzun ömürlü olan buğday, bakliyat vb. yiyecek çeşitleri üzerinden bir yemek kültürü geliştirmişlerdir. Şartlar gereği hamur işi olarak da sınıflandırabileceğimiz bu yemek kültüründe oldukça zengin bir çeşitlilik sağlamışlardır. Başta yufka olmak üzere bazlama, börek, bükme, çörek, gözleme, katmer, kömbe (gömeç, gastıra), lavaş, pişi… diye giden çok sayıda katıklı ve / veya katıksız ekmek çeşidini temel besin olarak kullanmışlardır. Yerleşik kültürle etkileşimler ve sonrasında yerleşik kültüre geçilmesiyle birlikte tahıl ve bakliyat türü yiyecek alışkanlığı iyice yaygınlaşmış olup; bunların başında da -kimilerinin, dilde yozlaşma yüzünden barbunya olarak adlandırdığı- Avşar fasulyesi gelmektedir. Avşar fasulyesi ile yapılan yemekler genellikle bulgur pilavı ve cacıkla sunulur. Bunu nohut, mercimek, tarhana diye giden ve çetin doğa koşullarında uzun ömürlü olması bir yana, besleyici de olan yiyecek çeşitleri izlemektedir. Düğünlerin olmazsa olmazları etli kuru fasulye ve / veya etli nohut ile döğme (keşkek) de unutulmamalıdır. Tavuk çorbası, pilav, salata, irmik helvası gibi ana yemekle birlikte sunulan yardımcı yemekler de cabası… Yine hayvancılığa bağlı olarak gelişen et ürünleri ağırlıklı yemekler de oldukça önemli yer tutar. Avşarların, özellikle “hatırlı” konuklarını ağırlarken ya da kurban bayramlarında yere serdikleri sofraların olmazsa olmazlarından olan saç(ta) kavurmaları pek meşhurdur. Et ve et ürünleri söz konusu olduğunda Avşarların, ızgara ağırlıklı bir beslenme alışkanlığını tercih ettikleri gözlemlenmektedir. Izgara çeşitlerinde köfte başı çekmekte olup, piyazla birlikte sunulur. Et türü yiyeceklere çemen, etli ekmek, etli pide, güveç, kebap, mantı gibi yemek çeşitlerini de ekleyebiliriz.
Bir kez daha yeri gelmişken deyip; Beydağlarının nasıl “Toroslar” oluverdiğine de değinelim. Ülkemizde yaşamış bir Ermeni tarihçi, Hatay yöresinde yaşadığına ilişkin söylentiler (rivayet) bulunan Taurus (Toros) adlı bir Ermeni prensinden hareketle bizim Beydağlarımızı alıp, “Toros” yapıvermiştir. Ve -sözde- bizim aydınlarımız, eli kalem tutanlarımız da ne yazık ki (maalesef) bu fahiş hataya göz yummuşlar hatta kanıksamışlardır. Dulkadiroğullarından, Saruhanoğullarına kadar neredeyse Akdeniz’i çevreleyen bütün beyliklerin Avşar olmasını; bu dağlarda, Avşar Beylerinin hüküm sürmesini -hadi diyelim ki- es geçelim ama işin tuhafı, Hatay’da bir Ermeni prensliğinin kurulduğuna ilişkin de herhangi bir tarihî kayıt yoktur. Kısacası (vel’hasıl) Beydağlarının adının değiştirilmesi, Ermeni tarihçinin işgüzarlığından; daha da kötüsü tarihî gerçeklikleri çarpıtmasından başka bir şey değildir. Hal böyle olunca da, bir yandan rahmetli Muharrem Ertaş’tan -sözleri Dadaloğlu’na ait olan- ünlü “Avşar Elleri” bozlağını dinlerken, bir yandan da bu meseleye kafa yormak gerekiyor.
Özetleyecek olursak, İskitlerin (Saka /Sakha - Saha?) ünlü hakanı Alp Er Tunga’nın, M.Ö. 624 yılında Urmiye Gölü kıyısında verilen barış yemeğinde İskit (Saka /Sakha - Saha?) Türkleriyle yaptığı savaşı kaybeden ve günümüz Farisîlerinin de ataları olan Perslerin ünlü hükümdarı Keyhüsrev ve adamları tarafından hile ile zehirlenerek öldürülmüştür. Bu olay sonrasında İskitlerin (Saka), Anadolu’daki hâkimiyetleri sona ermiştir. Alp Er Tunga’nın küçük oğlu Za bölgede kalırken diğer Türk toplulukları Kafkasya’ya ve Türkistan’a doğru çekilmişlerdir. Hatta Hazarlar, Oğuzlar (Kızılbaş Türkmenler) gibi boylarla da karışarak günümüze kadar gelen Zazalarının bir kısmı, Za ve horantasının (taife) torunlarıdır. Avşarların bu süreçte kuzeye, Artvin’e çekildiğini, buradan Bakü taraflarına geçtiklerini sonrasında da Hazar Denizinin kuzeyini dolaşarak Özbekistan’a geçip, Seyhun kıyılarında uzun süre kaldıklarını düşünüyoruz. Büyük Hun Hanedanlığı, Göktürkler gibi oluşumların ardından ortaya çıkan Oğuz Yabgu Hanlığının aslî unsurlarından olmuşlardır. Türkistan’da kargaşanın hâkim olması; Oğuz Yabgu Hanlığının yıkılması; Müslüman olan Türk Boylarının, Tengri inancını sürdüren Cengiz Han’a (Tengiz / Deniz) tâbi olmak istememeleri gibi nedenlerle tekrar hareketlenerek Horasan’a inmişler ve buradan da doğu, güney ve özellikle batı yönünde ilerleyerek üç kıtaya yayılmışlardır. Haçlıların, Ortadoğu’dan kovalanmasına vesile olan; Eyyubiler ve Mumluklar diye anılan hanedanlıkların temelini atan Atabey Nureddin Zengi bir Avşar hükümdarıdır. Moğolları, Anadolu Selçuklularının başkenti Konya’dan sürüp çıkaran Karamanoğulları bir Avşar Beyliği ve Türkçeyi resmî dil yapan Karamanoğlu Mehmet Bey de bir Avşar Beyi’dir. Şiî - Sünnî ayrımını ortadan kaldırmaya çalışan Nadir Şah, Horasan Avşarlarındandır; Mustafa Kemal Atatürk ve Rauf Denktaş, Karaman Avşar’ı… Alpaslan Türkeş, Kayseri Avşar’ı… Dadaloğlu, Adana Avşar’ı; Ömer Halisdemir, Niğde/Bor Avşar’ı… Zincir, uzayıp gitmektedir. Yine Avşarlar bozlağı, halayı, zeybeği ile Türk irfanının (culture / kültür) taşıyıcı direklerinden (sütun, column / colon) biridir. Kısacası (vel’hâsıl) Avşar Türkmenleri, Anadolu’nun gerçek sahiplerindendir. Ezelden, ebede…
Aziz Dolu Atabey
Serik–12.02.2015
(Düzenleme: 15.08.2016)