GELENEKLER

21 - YİTİK SEVDALAR

YİTİK SEVDALAR

   Hatıralar insanı bir gölge gibi takip ediyor, olur olmaz zamanda sanki bir zaman tüneline girmişçesine geçmişe götürüveriyor...

   Sabah nereden denk geldi bilmiyorum, Urfa Hoyratlarını en güzel seslendirenlerden biri olan Rahmetli Seyfettin Sucu " türküsünü dinlemeye başladım. Türkü beni 1974 yılına götürdü.

   Ceyhan'a taşınalı bir kaç yıl olmuştu. Köyden yeni çıkmış, trampadan (yumurta, buğday, arpa, yün verip; bisküvi-lokum, şekerleme aldığımız) paraya geçmiştim. Para harcamaya da bayılıyordum ki bu ayrı bir yazının konusudur.

   Ceyhan'da komşuluk hukukunun henüz bitmediği, insan ilişkilerinin ziyadesiyle sıcak olduğu zamanlar. Hani, kapıya gelen Caynaklılar "Abılaaa ekmekden yemekten" dediğinde hiç birinin eli boş çıkarılmadığı zamanlar. Şimdinin dilencileri cüzi para verince beğenmiyor, o dönem dertleri sadece karın doyurmak olduğundan para bile istemezlerdi.

   Sabah erken saatlerde kalkar, gün boyu oyun oynardık, yorgun argın eve gelir, akşam yemeğini yer yemez de uyuyuverirdik. Uyumasan ki ne çare, çocuk muhayyilemle pek anlamlandıramadığım "karartma" uygulanırdı. Akşam olunca bir telaş başlar, elektrik ya hiç yakılmaz yahut yakılıyorsa da çok kalın ışık sızdırmayan perdelerle sıkı sıkı bastırıldı. Bunun kontrolleri de mahalle bekçileri tarafından takip edilirdi.

   Kıbrıs Barış Harekâtı üzerine aziz Milletimizde milliyetçi hassasiyetler ziyadesiyle yükselmişti. Buna dair hatıralarımdan biri de; Rahmetli Yusuf Amcam, bir gazete Yunanistan'da birinin köpeğine "Türk" diye isim verdiğine haberi üzerine hemen bir köpek alıp adını "Yunan" koymuştu. O köpek ölene kadar İnceyer köyünde tüm köylüler tarafından bu adla çağrılmıştı.

   O günlerde komşuluk hukuku bu günlere nazaran çok ileriydi demiştik. Evde güzel bir yemek pişse mutlaka bir tabak da komşuya verilirdi. Bu komşu hukuku sebebiyle tanıdığım ismini tam hatırlayamamakla birlikte Ali diye bildiğim bekâr yaşayan 25-30 yaşlarında bir ağabey vardı.

   Ceyhan'ın eski kerpiç evlerinden birinde otururdu Ali Ağabey. Ortadan biraz uzunca boylu, ziyadesiyle zayıf, kirli sakallı, soluk benizli, yüzüne bakınca bir hastalığı olduğu izlenimi uyandırırdı. İnsanlarla çok konuşmazdı.

   Annem hatırlı bir misafir gelince mutlaka Avşar tarhanası ve bizim için en hatırlı yemek olan içli köfte yapar, komşu hakkı diye de Ali Ağabey’e gönderirdi. Ali Ağabey hiç bir şey söylemeden verdiğim yemekleri alırdı.

   Ali Ağabey’in evine her gittiğimde hemen hemen aynı manzara ile karşılaşırdım. Bir masanın başında oturur, kenarda pikaptan Seyfettin Sucu'nun "Zeynep" türküsü çalar, çoğunlukla da çilingir sofrasını kurmuş vaziyette görürdüm. Türkücü "Baba vallah Zeyno gelin oluyor" dediğinde de tepki verir, kimi kez bütün odayı dolduran bir "of" çeker yahut masaya yumruğu vururdu. Pikap tekrar tekrar bu türküyü çalardı. Aslında böyle bir müzik aletini zenginlik alameti gibi algılardım, lakin Ali Ağabey’in evi bizimkinden fakir görünürdü gözüme de bu pikap bu evde nasıl var diye anlamakta güçlük çekerdim.

   Ali Ağabey’in nasıl bir derdin içinde olduğunu çok anlamaz, bu tepkisine pek de anlam veremezdim ama pikaba bakmak için can atar, ancak Ali Ağabey’in soğuk tabiatından ürker, pikabı inceleyemeden evden çıkar giderdim.

   Sonra o evden taşındık, tabiatıyla Ali Ağabey’den de bir daha haber alamadım.

   Ali Ağabey’in başka plağı yok muydu, yoksa özellikle mi o türküyü çalardı bilinmez. Fakirliğine rağmen o pikabı sırf o plaktaki türküyü dinlemek için aldığı kanaatine varmıştım. Sonraları bu hadise aklıma geldikçe onun, nasıl bir yitik sevdanın zehirli hançerini bağrına yediğini düşünüp durmuşumdur.

   O zaman Ali Ağabey’in yitik sevdasının şerefine türküde söylediği gibi haydin dostlar "Cephaneyi karşı köye taşıyalım" .

   Güzel bir hafta sonu dilerim.
KİTAPLAR
MAKALELER
ŞAİRLER