22 - KÖY OTOBÜSLERİ
KÖY OTOBÜSLERİ
Çocukluğumun en güzel hatıralarından biri de medeniyetle tek bağlantı noktamız olan köy otobüslerine dairdir.
Annemin akrabası Aslan dayım beş-altı yaşlarında iken bizim köye gelen bir otobüsü kullanırdı. Bir motorlu aracı görmenin büyük bir ayrıcalık olduğu yıllardı. “Susa” ya çıkar beklerdik. Karamanlıdan çıkıp Hacı Emminin bezinin virajını dönünce ben bir nida tuttururdum “Otebis geliyor Aslan dayım geliyor”, Aslan dayım bazen beni görür şehirden aldığı bir şekerlemeyi yahut bisküviyi verirdi. Ben diğer çocuklara galebe çalmış olmanın huşusu içinde verdiği şeyi yerdim. Tabi ki diğer çocuklara da vermedim.
Otobüsler sabah 04.30-05.00 de gelirdi. Bizler otobüsü kaçırmamak için alacakaranlıkta yola en yakın Rahmetli Mustafa Amcamın evinde beklerdik. Mustafa Amcamın (köydeki adıyla Mustiyemmim) evinde her zaman küçük bir demlikte çay demli olurdu.
Bu küçük demlikten sanki haktan hiç boşalmıyormuş gibi her gelene bir bardak çıkarırdı. Mustiyemmim olanca muzipliğiyle “sizin evlerde böyle çay demlenmez, için de kursağınız bir güzel çay görsün” diyerek, bir yandan caka satar, bir yandan da Anşa Bacıma nazire yapardı.
Otobüs geldiğinde ise ayrı bir telaş alır yürürdü. Şehre satmak maksadıyla; koyun, kuzu, tavuk, hatta büyük baş hayvanlar otobüsün bagajına konur, şehirdeki akrabalara süt, yoğurt, köyde yetişen Allah ne verdiyse alınır götürülürdü.
Kışları otobüs yolculukları ayrı bir çile olurdu, kalorifer olmadığından en rahat yolculuk şoförün sağındaki motorun üstünde olurdu. Motorun üstünde sıcacık giderdik.
Otobüslerde, güzel sohbetlere şahitliğimiz de olurdu.
Bir gün arkadaşlıklarının nereye dayandığını hatırlayamadığım iki pir-i faninin konuşmasına şahit olmuştum. Konuşmalarından çok uzun yıllardır görüşmedikleri anlaşılıyordu.
Biri diğerine halini, huzurunu soruyor. Diğeri dizlerindeki romatizmadan, gözlerinin artık iyi görmediğinden dem vuruyor, diğeri artık ellerinin titrediğini, bir yere otursa kalkamadığını anlatıyordu.
Sonra biri diğerine “çiftini çubuğunu süren oğlun uşağın var mı?” diye sordu. Diğeri de oğullarından birinin köyde kendi yanında kaldığını, diğer çocuklarının şehre göç edip işlerini tuttuklarını söyledi. Soruyu soran, aldığı cevaptan o kadar memnun olmuştu ki, “ohh, ohh” diye cevap verdi. O “ohh, ohh” öyle gönülden, öyle içten söylenmişti ki, yaşlı adamın dilinden değil de sanki akciğerlerinden geldiğini boğazındaki hırıltılara da takıldığını hissetmiştim.
Yaş kemale erip, uzun yıllardır görmediğim eski dostlarımı görüp de çoluk çocuk ne var diye sorup cevabını alınca, bizim pir-i faninin söyledi o içten “ohh, ohh” hep aklıma gelir.
Köy otobüsleri medeniyetle tek bağlantı noktamızdı; mesela acı-tatlı, hısım-akraba haberleri köy otobüsleri ile gelenden alınırdı. Bendeniz fakülteyi kazandığım haberini otobüsle gönderilen bir haber üzerine almıştım misalen…
Şimdi yarım saat, kırk beş dakikada aldığımız yolu, köy otobüsleriyle aşağı yukarı dört saatte alırdık. Otobüsler Pazarören yakınlarındaki bir benzinlikte mola verirler, yolcuları birazcık da olsa nefeslendirirlerdi.
Motorlu araca alışkın olmayanların midesinin dönmesi mi dersin, küçük çocukların gürültüsü mü dersin, hemşerilerimizin bağıra çağıra konuşarak seyahati mi dersin. Tabir yerindeyse tam bir curcunaydı otobüslerimiz.
Nedense köy otobüslerindeki o seyahatleri bile özler olduk.
Baki selam.