GELENEKLER

1 - BİR KIŞ MASALI


BİR KIŞ MASALI
 
   Eğer yattığım "sekmende" ayağım yavaş yavaş ısınmaya, kulağıma sobadan çıtır çıtır sesler gelmeye başlamışsa ve önüne ”günebakan” sapı, arkasına tezek konarak yakılan göçmen sobasından henüz aydınlanmamış odanın tavanına ışık vurmaya başlamışsa, üstüne konan mavi çinko çaydanlık kaynamak için cısıl cısıl sesler çıkartıyorsa ve en önemlisi sabaha kadar buz tutan camlardan odanın ısınmaya başlamasıyla şıpır şıpır sular da damlıyorsa tamamdır; sabah olmuş, okul vakti gelmiş demekti. Anam rahmetli, her sabah sobayı yakar ve ahıra öyle giderdi ki güya ben kalkana kadar, kendisi ahırdan gelene kadar ev ısınsın; beni düşünerek, zaten ayazda, karda kışta gidecek bari sıcak evden gitsin diye uğraşırdı.
 
   Zannederdim ki anamın beni sevdiği kadar kimsenin anası çocuğunu sevmiyor!
 
   Peki, tamam; Pazarören’e gideceğiz, okul saat 8.00'de, toplam yol 3,5 km.; o zaman neden 5.30 ya da 6.00'da kalkıp yola düşüyorduk? Çünkü önemli olan ne kadar erken gittiğin değildi, özellikle kışın. Nasıl gittiğindi. Ne kadar az ayazda kalırsan o kadar şanslıydın çünkü.
 
   Daha önce de bahsettiğim gibi, hareket amirliği Çördüklü köyü olan ve köy köy yolcu toplayıp en son bizim köye ve Pazarören’e uğrayıp Kayseri’ye gidecek olan Bayram abinin otobüsünü kaçırmamak asıl önemlisi. Adam bizi bekleyecek değil ya tabi, bedavacı tayfa olarak biz bekleyeceğiz adamı. Onun için ne kadar erken hazırlanır yola çıkarsan o kadar iyi.
 
   Hazırlanıp evden çıkarken hala hava aydınlanmamış olurdu. Köyün en kenarındaki, otobüs yoluna en uzak olan evimizden çıkıp her evin önünde bulunması şart olan köpeklerin yakınından uzağından, bir mayın tarlasından geçiyor gibi ayaklarımın ucuna basarak geçebilmiş ve otobüs durağına gelmişsem o gün çok şanslı geçecek demekti.
 
   Anam rahmetli beni "savuştururken" bir iki komşu evini geçene kadar gelir, köpeklerden beni geçirir, "haydi, ben arkandan bakıyorum, gerisini sen git" derdi. Geri kalan köpeklerden ise "Allah’ım, inşallah beni görmezler" diye dua ede ede geçmek bana kalırdı.
 
   Otobüs durağına yaklaştığımda arkama bakardım ki anam evimizin dibinde, "damın duluğunda" hala arkamdan bakıyor olurdu.
 
   Otobüs durağına okula giden bütün çocuklar toplanır, otobüsün gelmesini beklerdik. Soğuk sabahlarda evi otobüs durağına en yakın olan rahmetli Gamer Bibi'nin evine sabahın o saatinde selamsız sabahsız girer, otobüsü içeride beklemeye devam ederdik. Sanki mecburlarmış gibi her sabah erkenden, daha onlar yeni kalkarlarken, sobayı yeni yakacaklarken ve evde okula gitmeyenler, halı dokumak için erken kalkanlar hariç evin diğer üyeleri uyurken biz girer bir kenarda otobüsü beklerdik.
 
   Bayram'ın otobüsü göründü mü ta uzaktan, değmeyin keyfimize! Bu demekti ki otobüs donmamış, demekti ki o gün de okula gidebileceğiz. Buna ne çok sevinirdik. Bu otobüs, özellikle kışın en soğuk günlerinde bizi götürse yeterdi. Ayazlar geçsin, biz zahmet vermez, kendimiz giderdik; o kadar da yüzsüz değildik hani. Eğer biz yoldayken arkadan gelir, durur, bizi alırsa -ki hep öyle yapardı-o onun yüceliği idi.
 
   O otobüs bize şimdinin 2+1 koltuklu, rahat servisli Süha otobüsleri gibi görünürdü. Diğer otobüslere hiç benzemezdi, gözümüzde daha güzeldi. Çünkü gözümüz de otobüsçü Bayram abi güzeldi.
 
   Otobüs köye çıkar -bizim köyün yeri otobüsün geldiği aşağı köylere göre daha yüksek yerde olduğu ve uzunca bir yokuşla köye ulaşıldığı için "otobüs köye çıkardı"-, şehre gidecek yolcuları aldıktan sonra aralara ve boş yerlere bizi bindirirdi Bayram abi.
 
   Hiç birimizin parası yoktu, eğer öğlen yemeği için "çaman-ekmek" parası olan varsa ondan iyisi de yoktu.
 
   Biz Bayram abiyi nasıl sevmeyelim; o karda kışta bizi okula yetiştiriyor ve hiçbir gün bizden bir kuruş para istemiyor ya da isteyemiyor; biliyor ki yok.
 
   Yalnız, otobüs aile otobüsü idi, genellikle Bayram abinin iki kardeşi daha yanında olur, onlar da muavinlik yaparlardı. İşin doğrusu, bizi pek sevmezlerdi. Çünkü kimse para vermiyordu. Ama Bayram abinin yufka yüreği bizi o ayazda, o kışta orada bırakmaya el vermiyor, "durun çocuklar, millet binsin, kalan yerlere siz binersiniz" diye bize göz kırpıyordu.
 
-Aslansın Bayram abi! 
-Sen çok yaşa Bayram abi!
-Bize ne ki sen ayık gezmiyormuşsun! 
-Biz seni seviyoruz ve sana dua ediyoruz Bayram abi…
 
   Köye çıkan başka otobüsler de vardı ve tabi ki bizi bindirmezlerdi. Ya da parasıyla bindirirlerdi; ki para kimse de yok. Köylü ise “işi gücü rast gelsin Bayram’ın, köyün çocuğunu okula taşıyor” der ve diğer otobüslere pek binmezlerdi. Onlar da bir nevi bize yapılan iyiliğin karşılığını öyle ödüyorlardı.
 
   Bizi köyden alan, o soğuktan kurtaran Bayram abi Pazarören’e gelince, bütün köy otobüslerinin uğrak yeri olan Toros’ta bizi indirir, yoluna devam ederdi. Biz ise mehteran takımı gibi o karda kışta iki ileri bir geri, ayaklarımızın altında katur kutur sesler çıkaran, ayazdan donmuş kara basa basa okula varırdık.
 
   Yatılı okulda okuyan arkadaşlar hala etüt yapıyor olup, kahvaltı bile yapmamış olurlardı. Nöbetçi öğretmenler köylerden geldiğimizi bilir, zaten soğuktan yanakları kıpkırmızı olmuş köy çocuklarını sıcak sınıflara alır, gürültü çıkartmamamız için bizi tembihlerlerdi.
 
   Zor zamanlar değil miydi insanı bir birine bağlayan ve yapılan iyilikleri unutturmayan. Yıllar sonra bir gün Bayram abiyle karşılaştığımızda, onu gördüğüme o kadar mutlu olmuş ve duyduğum minneti nasıl dile getireceğimi bilememiştim. Ona bir şeyler ikram edebilmek için deyim yerindeyse "par tutuş olmuştum."
 
   Şimdi ise öğrendim ki, köye çocukları almaya okul servisi gelmezse çocuklar dönüp evlerine gidiyorlarmış, "bu kadar yolu kim gidecek" diye ne yaz yürüyorlarmış ne de kış...
 
   Bu durumda bizim her günümüz bir masal sayfası değil de ne o zaman!
KİTAPLAR
MAKALELER
ŞAİRLER