24 - COĞRAFYAYA CAN VERENLER
COĞRAFYAYA CAN VERENLER
CEYHAN
Geçtiğimiz hafta sonu Kayseri’den dönerken birkaç kez Kızılırmak’ın üzerinden geçtik. Aklıma Nehirlerimizle ilgili bir yazı kaleme almak geçti.
Nehir deyip geçmemeli, âşık ile maşuk arasındaki hissiyatı Ahmet Haşim “Parıltı” şiirinde nehre atfen ne güzel anlatır:
“Ateş gibi bir nehr akıyordu
Ruhumla o ruhun arasından”.
Çocukluğumda bendenizde en çok iz bırakan nehir tereddütsüz Ceyhan idi. O aklım erdiğinde ilk gördüğüm büyük su kaynağı idi. Biz ona Ceyhan’da “Ceyan” derdik. Kıyısına gider saatlerce seyrederdim.
Türk Medeniyetinin en ihtişamlı dönemlerinin yaşandığı Taşkent, Buhara, Semerkant ve Kaçkar gibi şehirler hafızalarımızda ne kadar yer etmiş olmalı ve buralara hayat veren Seyhun ve Ceyhun nehirlerini ne kadar sevmiş olmalıyız ki, onların isimlerini benzeterek, getirip Seyhan ve Ceyhan’a veriverdik. Bu sebeple midir bilmem ama ne zaman Çukurova'ya gitsem, kendimi Maveraünnehire gidiyor gibi hissederim.
Ceyhan, tanıdığım bildiğim birçok akrabam için hayat kaynağı idi. Onun suladığı topraklar birçok insanın geçimini sağlardı.
Bizim için de hayat kaynağı idi. Kurban için aldığımız koyunları satmak için Ceyhan’a götürdüğümüzde İnceyer köyünde otlakıye satın alır, hayvanları Nehrin kenarındaki söğütlüklerde gündüzleri yatırır gece serinliğinde de otlatmaya çıkarırdım. Kıyısına ulaşabildiğimiz yerlerden de koyunlarımızı sulardık. Hatta başka bir yazımda anlattığım 12 Eylül Darbesini de Ceyhan Nehri’nin kenarında karşılamıştım.
Nehirle insan ilişkileri ilginçti. Yusuf Amcam rahmetli tarla sulama zamanı traktörünü Nehre yaklaştırır, “Santraviç” dedikleri bir sistemle suyu ırmaktan alırdı. Santraviçin ırmaktan çıkardığı suyu şaşkınlıkla seyrederdim. Zira teknolojiyi seyretmek ayrı bir haz verirdi, bununla birlikte en çok da bizim köydeki “Öz’ün suyundan fazla su çıkarması şaşırtırdı beni. Biz köyümüzde en fazla bir geverlik su ile tarla sulaması yapardık.
Amcamların Çukurova’nın öldürücü sarı sıcağında günlerce bıkmadan, yorulmadan tarla sulaması her türlü takdirin ötesindeydi. Biz de kendi köyümüzde rençperdik yapardık lakin “Çukurağa”da çalışanların onda biri kadar çalışmıyorduk. Tabiatıyla Çukurova, bunca çalışmanın karşılığını da verirdi.
Yine Ceyhan Nehri’nin kenarında gecemin gündüzüme karıştığı günlerden birinde (Kurban için yine koyun götürmüştük ve ben onların devamlı yanında kalıyordum) yan taraftaki tarlada çalışan köylüler Nehrin yukarısında bir kuzu çobanının Nehre düşerek boğulduğunu söylemişti. Nehir civarında bir telaştır gidiyordu. Nihayet ikindi vakti bir vaveyla koptu, koşarak ırmak kenarına gittiğimde nehrin karşı tarafında yani Yamaç İnceyer kıyısında yüzü Nehir içinde bir ceset gördüm. Uzun süre suda kalmaktan kaynaklı olsa gerek ceset şişmişti. Gencecik fidan gibi bir çocuk demişlerdi ölen çocuk için köylüler. Kısa bir süre sonra Babam rahmetli panik vaziyette koşarak tarlaya gelmişti. Köyün içinde genç bir çocuk Nehre düşüp boğulmuş dediklerinde benim olduğumu zannetmiş, paniği o sebepmiş.
Gördüğüm manzara günlerce aklımdan çıkmamıştı, kâh cesedin silueti gözümün önüne geliyor, kâh genç çocuğun hayatını düşünüyordum. Ne hayalleri vardı kim bilir, yavuklusu var mıydı öldüğünü duyduğunda ne hissetmişti. Yahut anası evladının kaybını duyduğunda nasıl bir ıstırap içinde kalmıştı diye düşünüp durmuştum.
Ceyhan arada bir alırdı alması gerektiğini, lakin her zaman bereket sunardı etrafına. Mesela Amcamın oğlu Memduh ırmaktan "gelebicin" balığı tuttuğunu hava atarak anlatırdı. (Gerçi ben hiç görmedim gerçekten tutmuş muydu?)
Hülasa Elbistan'ın gözünden çıkıp Çukurova'nın mümbit topraklarını sular Ceyhan'ımız. Yaylakta kalanlar için onun aktığı-suladığı yerler her zaman zenginliğin bereketin simgesidir. Severiz Coğrafyamıza can veren hayat kaynağımızı.
ZAMANTI
Kayseri'den doğuya Malatya-Kahramanmaraş istikametine doğru yola çıktıktan tahminen 70 km. sonra Pazarören beldesini geçtikten hemen sonra sola içeri doğru 8 km. gidince Melikgazi köyünü ve biraz yukarısında ise Kale'yi görürüz.
Bir arazi aracı ile bu Kale'nin hemen yakınına kadar çıkmak mümkündür. Kale Aygörmez Dağı’nın huni şeklindeki bir tepesinin zirvesine yapılmış adeta bir kartal yuvasını andırır. Hasan Sabbah'ın Alamut Kalesi ile ilgili ne zaman bir şey okusam aklıma hep bizim Zamantı Kalesi gelirdi. Daha sonra Alamut’u bizzat gören değerli dostum Hasan Yılmaz'dan izlenimlerini dinlemiştim de, bizim Zamantı Kalesi Alamut'tan daha Alamut'a benziyor diye düşünmüştüm.
Zamantı Kalesine çıkıp da sola doğru baktığımızda Pınarbaşı'nı (Nehir, Uzunyayla Platosunda Şerefiye köyünden doğar, Pınarbaşı'nın hemen yanında üzerinde Bahçecik Barajı bulunur) sağa Erciyes'e doğru baktığımızda da neredeyse Kayseri'yi görürüz. Önümüzde Zamantı Ovası yer alır. Ve bu Ovanın ortasından ileri Tomarza muhitine doğru -elinde bakracı olan bir nazlı gelinin köy çeşmesinde salına salına su getirişi gibi- Zamantı Nehri akar sehile doğru sakin sessiz. Daha uzaklarda Dünya çapında güzelliği olan Kapuzbaşı Şelalelerinin suyunu ve daha ileride de Göksu'yu alarak Seyhan Nehri adını alır ve Çukurova'dan Akdeniz'e dökülür.
Kaleden Ovaya bakarken, nehrin kenarındaki Türkmen köylerinin ne kadar şanslı olduğunu düşünürdüm. Zira diğer Avşar köylerine nazaran toprak hem verimli hem de sulanabilir nitelikte idi.
Köyümüzün içinden geçen ve çocukluğumda hiç kuruduğunu görmediğim şimdilerde ise sulama sebebiyle yazları kuruyan bizim "Öz" dediğimiz Sıçanlı Deresi de Saçlı köyü yakınlarında Zamantı Nehri’ne karışır.
Kale’den Nehri seyrederken, insanın aklına neler gelmiyor ki... Bütün enerjisini yaylaktan alıp Çukurova'ya çalışmaya giden Türkmen gençlerine benzetirim Zamantı'yı. Zamantı, yaylaktan aldığı bereketinin olanını Çukurova'da bırakır. Türkmen gençleri de bütün enerjilerini, güçlerini Çukurova'da bırakır, sarı sıcakta sehilin hastalıklarından gençliğini Çukurova'da harcayıp yaylağa geri dönerlerdi. Zamantı Seyhan Nehri adını alır, Çukurova'yı sular toprağa can verirdi, bizim çocuklarımız da sehile Zamantı gibi gider emeklerini hayatlarını Çukurova'ya o mümbit topraklara verirdi. Sıtmadan ölenlerin hikâyeleri hala yöremizde dilden dile anlatılır.
Zamantı Nehri ile ilgili bu yazıyı okuyan birçok dostumuzun bizden daha fazla hatırası vardır. Benim için ise üzerindeki Dörttaş Köprüsü’nden hemen sonra asfalttan ayrılıp şoseye düşünce artık köye bir şey kalmamış demektir. 7-8 km. sonra çocukluğumuzun geçtiği ata topraklarına ulaşmış olur. Dörttaş Köprüsü adeta tılsımın çözüldüğü kapıdır. Oradan sonra emin topraklara varırsın. Oradan baba dede yurtlarına varır kendini emniyette hissedeceğin "Vatan’a ulaşmış olursun. Vatan’dan ayrılıp medeniyetin kapısı da, bizim için Zamantı Nehri’nin yanında başlar. Köy otobüslerine binmeyip, asfalta kadar yayıp yapıldak yürüyüp gelince, Zamantı Nehri’nin kenarındaki Dörttaş Benzinliğinin oradan artık ulaşım sorunu yaşamadan şehre gitmek mümkün olurdu.
Bize ait güldüren de ağlatan da hikâyesi çoktur Zamantı'nın...
Fakirliğin diz boyu olduğu zamanlar. Akpınar köyünden -ismi bize kalsın- bir emmimiz, bir hafta on gün yaylalarda uğraşıp bir kağnı odun etmiş Kayseri'ye götürüp satmak muradı... Emmimiz biraz safça, dili de peltek, ramazanlık gün oruç tutuyor. Uzatmayalım, Emmimiz odunu satmış dönüşte Zamantı’dan kağnıyla geçecek, ora bura derken akıntı güçlü gelmiş, oruç ağız çabalamış, ne yaptıysa olmamış öküzleri kurtarmış lakin kağnı akıntıya kapılıp gitmiş. Emmimiz nehrin kenarına oturmuş. O kızgınlıkla "şunun orucunu yiyim hele" deyip, yüce yaratana güya garez etmiş.
Fakülteyi bitirdikten sonra mezun olduğum Kadı Burhanettin Ortaokulu’nda bir buçuk yıl öğretmenlik yapmıştım. Okulda iken tanığım muhitin çocuklarının kendi kültürünü tanımalarını da temin amacıyla Avşar Ağıtları getirmelerini istemiştim. Bir öğrencim bana, Tokmak (Araplar) köyünden, iftira üzerine kendini attığı Zamantı Nehrinde boğulan genç bir kızın ağıdını getirmişti:
1.
Araplarda kara kaya,
Kızım benzer doğan aya,
Yeni bibisinden geldi,
Bakamadım doya doya.
2.
Sindel’de de garip mezar,
Yel eser de kumu tozar,
Yavrusunu yitiren keklik,
Böyle derelerde gezer.
3.
Dolanı dolanı geldim
Aktım Sindel’in özüne,
Öte Dünya'da bakmam
Anam ben senin yüzüne.
Ağıdın başka dörtlükleri de var. Bir başka zaman onları da ilave ederiz. Coğrafyaya can veren bütün nehirler gibi Zamantı da zaman zaman canlar aldığı olmuştur. Lakin bu durum, nazlı güzelin kıymetinde bizim nazarımızda hiç bir eksilmeye sebep olmaz.
Bu vesile ile cümle dostlarımızı saygı ve muhabbetle selamlıyorum.