3. TERKEŞLİOĞLU HASAN AĞA’NIN AĞIDI
Allah Hasan Ağa’ya yeryüzü nimetlerinin hepsini vermişti. Tek eksiği bir evlattı, işte onu vermemişti. Yaşı atmışı geçiyordu, her geçen yıl, evlatsızlık hasretini biraz daha kabartıyordu. Bir evlat sahibi ola bilmek için kafasını her taşa vuruyor, bir çare bulamıyor, kadın üzerine kadın alıyordu. Evde altı karısı vardı. Yedinci karıyı da almak için, Sarız’ın Deştiye Köyünden Göksun’a gitmek üzere, kar diz boyunda yola çıktı. Dağ yollarını aşarak Göksun’a yaklaştı. Önce apal, apal yağan kar, bir dar boğazını geçerken tipiye dönüştü. Düzlüğe gelince göz gözü görmez oldu. Her yer ak çarşaf gibi beyaza bürünmüştü. Bir ağaç dalı dahi görülmüyordu. Yolu kayıp edince Hasan ağa korkudan karla karışık tipinin soğuğunda atın üzerinde terledi. Hasan Ağa, “Haydi, benim al atım şimdiden gerisi senin asaletine kalmış şey kurtar beni bu sıkıntılı halden. Bırakıyorum gemini kendi haline var götür beni Göksun’a” der. Atına övgüler yağdırarak, şunları söyler;
Kendin seklavi (1) de ol aslın belli
Arkadaşım sensin sür yolu doğru
Aşılmaz dağların başı boranlı
Bu günler de geçen günler hoş imiş
Boş imiş gönlümde sürdüğüm demler
Kuru olmayınca aşılmaz beller
Çağırır Mevla’yı sıkışan kullar
Eser poyraz, tipi, boran kış imiş
Kara kışta dağlar giymiş donunu
Mevla açsın yalınızın yolunu
Darda koymaz yarattığı kulunu
Bu gün rüya gördüm çeşmim (2)yaş imiş
Bir boran da ayrı düştüm yoldaştan
Zan eyledim hayal gibi düş imiş
Şükür eyledim şu gönlümü eyledim
Fikr’eyledim yalan dünya boş imiş
Hasan Ağa’yı cins seklavi al atı selametle Göksun’a getürür. Hasan Ağa yedinci karısını da Göksun’dan aldı. Evine gelerek her karısına bir oda verdi. Yıllar geçti yedinci karısından da çocuk olmadı. Bu haline çok efkârlanan Hasan ağa, üzüntüden hastalanarak yatağa düşer.
Bir zamanlar kendi köyünden, gençliğinde sevip de alamadığı, Sarız'ın Kurtçu köyünde Bedevi Ağa’ya gelin giden Elif Hatun, Hasan Ağa’yı ziyarete gelir. Elif Hatun Sarız elinde ün yapmış Osmanlı bir kadındı. Erkekler meclisinde bulunur, söylediklerini yaptırır cinsten erkeklere taş çıkartan biridir.
Elif Hatun’un atı Hasan Ağa’nın konağının kapısına gelince, atının gemini çekti. At olduğu yerde saymaya, gerdan kırmaya başladı. Hasan Ağa’nın uşakları koşup, Elif Hatun’un atının geminden tutarak; “buyurun inin” dediler.
Elif Hatun ; “Koca Hasan neden karşılamaz beni?”
Uşaklardan biri; “Hasan Ağa hasta yataktan kalkamıyor.”
Elif Hatun attan indi, kafasını biraz daha dik tutarak, başındaki fesi düzeltti, heybetli adımlarla merdivenlerden çıkarak Hasan Ağa’nın konağına girdi. Hasan Ağa’nın odasına girince, “Bre koca kurt sana yatağa düşüp hastalanmak yakışır mı?” dedi.
Hasan Ağa Elif Hatun’un geldiğini görünce yatağının içinde toplanıp oturdu. Hoş beşten sonra Elif Hatun’un geldiğini duyanlar Hasan Ağa’nın yattığı oda da toplandılar. Her gelen Elif Hatun’un halini hatırını sorduktan sonra, oturanlardan biri: Elif Hatun Hasan Ağa’ya bir diyeceğin yok mu? İki söyle de dinleyelim. Ezber edip her yerde söyleyelim.
Elif Hatun’un da Hasan Ağa’dan geri kalır tarafı yoktu deyişlerde.
Elif Hatun; “Şimdi soracağım, bu dişleri sökülmüş koca kurt’a bakalım bana cevap verebilecek mi?”
Hasan Ağa yatağında üzgün; “Söyle kaltak karı da cevabını al benden?”
Odada oturan herkes Elif Hatun’un ağzına, dudaklarının üstünde ve çenesinin altında çıkan kıllara bakarak ne söyleyeceğini merakla dinlemeye başladılar.
Elif Hatun:
Sarız ağaları gelmiş
Oturmuş iki geçeli (3)
Kirvesine at yollamış
Üstü has kırmızı keçeli
Hasan Ağa:
Ağa konağım koyak, koyak
Merdivenim atmış ayak
Ağa konağımın kapısın da
Mor perçemli oğlan gerek
“Dur şimdi; senin önünü bırakırsam, kendini Osmanlı Paşası sanacaksın. İhtiyar görürsün sen. Atmış ayaklı konağın var öyle mi?”
Ben bunun bacısı olsam
Dünyayı helak ederim
Bedevi izin verse (4)
Korda yanına giderim
Elif’in söylediklerini dinleyen Hasan Ağa yatağından doğruldu. Gözlerinin içi parladı. Elif Hatun’a şu cevabı verdi.
Hasan Ağa:
Elif Hatun nereden geldin
Gelince gönlümü aldın
Anam bacım kurban olsun
Ta olduğu gibi bildin
Elif Hatun Hasan Ağa’dan zorlu bir cevap alınca dinleyenler üzerinde göz gezdirdi. Herkes kendine bakıyordu. Biliyordu ki Hasan Ağa’nın yaralı yerine basmazsa, ona üstün gelemeyecektir.
Elif Hatun:
Oğlum gibi oğlun var mı?
Getir oğlunu görüyüm
Terkeşlioğlu Hasan Ağa
İleri dur kız vereyim
Elif’in bu sözlerini hiç beğenmeyen Hasan Ağa üzülerek, kafasını yastığına koydu. Yastıkta gömülü kaldı. Üzgün eda ile şöyle dedi.
Hasan Ağa:
Yüz liralık Ata bindim
Kafası değer yıldıza
Ben senden oğlan istemem
Hasret gittim bir kıza
Elif Hatun, Hasan Ağa’ya söylediğine pişman oldu. Az da olsa gönlünü almak için şöyle dedi.
Sarız Ağaları gelmiş
Gözledim vezir kalkmadı
Kulağı altın küpeli
Konağa gelin çıkmadı
Elif Hatun Terkeşlioğlu’nu yaralamıştı bir defa. Hasan Ağa yattığı yerden tavandaki isli hezenlere göz gezdirdi. Odada ki oturanlara bakıp onlara imrendi. Hepsinin de oğlanı kızı vardı. Elif Hatun’a cevap verdi.
Hasan Ağa:
Ağa konağım ne berk yüce
Yatamadım saba haça
Silkinir Ata binerdi
Şimdi oldum Küm, küm koca
Herkes dikkatini Hasan Ağa’ya çevirdi. Elif Hatun’a kızgın gözlerini savurdular. Elif Hatun bu bakışlara sinirlendi. Hasan Ağa’yı hiç üzmek istemezdi. Söz oğlansızlıktan açılmıştı. Bedevi’nin karısı mat olupta, Terkeşliolu’nun karşısında pes etti dedirtmezdi.
Elif Hatun:
Ağa konağı tutturmuşun
Şeker şerbet kattırmışın
Her şöhreti ettirmişsin
Getir oğlunu görüyüm
Elif Hatun’un bu sözleri de Hasan Ağa’yı yıktı. Halsiz bıraktı. Kelimeler Hasan Ağa’nın ağzından zor çıkarak;
Hasan Ağa:
Kara çadır orta direk
Sen bende koymadın yürek
Alnı kıvrım perçemlice
Şimdi bana oğlan gerek
Hasan Ağa’nın bundan sonra söylemeyeceğine aklı kesen Elif Hatun, Hasan Ağa’yı biraz övmek gönlünü almak maksadıyla;
Elif Hatun :
Oğlansız uşaksız bekâr
Ne şöhretli Atı seker
Elli kilim armağanı
Duyarım Sivas’a çıkar
Dinleyenler ikisine de maşallah dedi. Bundan sonra Hasan Ağa’nın hastalığı arttıkça arttı. Adı duyulan her ne kadar Hacı, Hoca, Cin darı varsa hepsini çağırdılar. Hiç birisi de Hasan Ağa’nın derdine deva bulamadılar.
Her gelen Talas’da Gülbenklioğlu diye bir doktor var. Hasan Ağa’nın derdine ancak o çare bulur dediler. Ermeni olan Gülbenklioğlu ihtiyar, ünlü bir doktordu. Hasan Ağa, hediyeler hazırlatarak, iki kişiye yedeklerine de bir At vererek, Talas’dan Gülbenklioğlunu alıp getirin şu Ermeniyi derdime deva bulsun, Bir oğlum olmadan ölmek istemiyorum diye gidenlere söyledi.
Talas’a (5) gidenler altı gün sonra geri döndüler. Gülbenklioğlu çok ihtiyar olduğu için at üstünde taa Sarız’a üç gün gidersem ben ölürüm. Selam söyleyin ağanıza kendi gelsin buraya diye haber yolladı.
İki gün sonra Terkeşlioğlu Hasan Ağa’yı, iki tekerlekli bir kanı arabasının üstüne yüklediler. Hasan Ağa’nın yanlarına içi su dolu tuluklar yerleştirdiler. Araba sallayıp rahatsız olmasın diye. Terkeşlioğlu’na Sarız, Aziziye, Tomarza’da ki tanıdıkları ile köylüler de katıldı. Hasan Ağa’nın arabası ile birlikte Talas’a bir insan seli akın etti. Talas kurulalı böyle insan kalabalığına şahit olmamıştı. Her ev beşer onar misafir aldı. Artanları da Cırlavuk (6) köyüne ve Kayseri’ye götürdüler. Her sabah Gülbenklioğlu’nun kapısı insan dolup taşıyordu. Hasan ağanın yedi karısından biri olan Dudu, en genç ve en güzeliydi. Başında duruyor alnındaki teri siliyor, kurumuş dudaklarına su veriyordu. İhtiyar Ermeni Doktor Gülbenklioğlu Hasan Ağa’yı iyice muayene etti. İki gün sonra Hasan Ağa’nın yüzüne karşı, “Sen bu dertten ölürsün. Yapacağım bir şey kalma yok. Yine de Allah’dan ümit kesilmez” dedi. Doktorun söylediğini duyan Hasan Ağa yatağında kıpırdadı. Beni oturtun dedi. Gülbenklioğlu ve karısı Dudu yardım ettiler. İki yastık daha koydular arkasına. Avşarların ileri gelenleri başında bulunuyorlardı.
Hasan Ağa ölgün sesi ile oradaki bulunanlara, şunları söyledi;
Dışarıda ay ışığı
Yok ki şuranın beşiği
Allah bir evlat verirse
Altın dövdürürüm aşığı
Köpüklü atımı bağlayan
Yorgun gönlümü eyleyen
Uğrun, uğrun ağlayan
Gel hele Dudu gel hele
Kara çadır kurulunca
Kahveye şeker kırınca
Ne olur Kadir Allah
Bana bir oğlan verince
Gel Dudu yanıma otur
Söyle eksiğimi yetir
Ben bu dertten kurtulmam
Git bin boğadan sümbül getir
Kumaş pırtım çekilirdi
Ağ konağa dökülürdü
Onu da bildin mi gönül
Âlem benden sakınırdı
Al atın üstüne bindim
Sarız’dan beri dolandım
Gadasını aldığım al at (7)
Hangi pınarda sulandın
Şu karşıdan bir yol gider
Evlatsızın yolu gibi
Belik burcu, burcu kokar
Andırının harı gibi
Sivas’a tazı yollarım
Üstüne çuha çullarım
Bana Terkeşlioğlu derler
Düşmanımı pek bellerim
Hasan Ağa’nın dudaklarından dökülen hazin kelimeler, hazırda bulunanları ağlattı. İhtiyar Doktor Gülbenklioğlu: Ömrümde ölüm döşeğinde birinin, şiir söylediğini, onu duyanların ağladıklarını hiç görmemişti. Bu hale şaşırıp kaldı. “Ağlamayın ağalar, beyler kurtulur inşallah” dedi. Hasan Ağa’nın son kelimeleri dudağından çıkarken anlaşılmaz hale geliyor, kulaklara ermiyordu. Göz bebekleri kaşlarının altına giriyor, gözünün akları dışarı çıkıyordu. Bir zaman dona kalıyor gözleri. Odanın içi tıklım tıklım insan doldu. Sessiz insanlar hep Hasan Ağa’ya bakıyor, Hasan Ağa’nın gözleri tekrar yerine geldi. Küçücük kalmıştı göz bebekleri. Tekrar baktı etrafındakilere. Hocanın okuduğu Kur’an sesi arasında İlahe illallah dedi. Hafif gülümsedi. Bir beyaz bulut geldi göksünden yukarı, dudaklarından yüzüne, alnından saçları arasında kayıp oldu.
Vakit geceydi. Hasan Ağa’yı sabaha kadar, Talas’ta Gülbenklioğlu’nun evinde beklettiler. Sabahleyin bir sal getirip içine koydular. Cenazenin ardından Reşadiye Köyüne kadar Talaslılar da geldiler. Hasan Ağa’nın salı (8) Sarız'ın Deştiye Köyüne varıncaya kadar binlerce kişi gözyaşı dökerek arkasından gitti. Bir öğle vakti Hasan ağanın cenazesi ak konağının önüne vardı. Seksen yaşında anası sarıldı Hasan Ağa’nın mevtasına açtı kefeni yüzünü öptü, öptü. Hasan Ağa’nın bir giysisini aldı eline oracıkta şu ağıdı yaktı.
Göç kirazdan aşarken
Çan öter kaya yankısı
Köse ağlayarak gitti
Emmioğlu kardeş hangisi
Benim oğlum yerli vezir
Başında meclisi hazır
Gazadan çıkmış geliyor
Ulaş hey boz atlı Hızır
Hürü de istiyor bebek
Eline vermedim hobak (9)
Gümüş zarfta altın tabak
Sahabelerin kim olacak
Sal beriden varır kene
Talaslı demiş maşallah
Gülbenklioğlu diyor ki
Ağam kurtulur inşallah
Çığırın Molla Ahmet gelsin
Bu derdime ortak olsun
Usanmışım bebeksizlikten
Efendi oğlunu bana versin
İnkâr etme kele Dudu
Kağnıyla gelir yemiş
Oğlum Talas’a gidiyor
Gidiyor ama gelmem demiş
Evvelki inen, inmez oldu
Kahve ocağım yanmaz oldu
Çağırınca buyur diyen
Komşu yönün dönmez oldu
Haydin gidek yurtlarına
Ot yedirin Atlarına
Uzan oğlum, gölgen düşsün
Örtülünün Kürtlerine
3. TERKEŞLİOĞLU HASAN AĞA’NIN AĞIDI
Allah Hasan Ağa’ya yeryüzü nimetlerinin hepsini vermişti. Tek eksiği bir evlattı, işte onu vermemişti. Yaşı atmışı geçiyordu, her geçen yıl, evlatsızlık hasretini biraz daha kabartıyordu. Bir evlat sahibi ola bilmek için kafasını her taşa vuruyor, bir çare bulamıyor, kadın üzerine kadın alıyordu. Evde altı karısı vardı. Yedinci karıyı da almak için, Sarız’ın Deştiye Köyünden Göksun’a gitmek üzere, kar diz boyunda yola çıktı. Dağ yollarını aşarak Göksun’a yaklaştı. Önce apal, apal yağan kar, bir dar boğazını geçerken tipiye dönüştü. Düzlüğe gelince göz gözü görmez oldu. Her yer ak çarşaf gibi beyaza bürünmüştü. Bir ağaç dalı dahi görülmüyordu. Yolu kayıp edince Hasan ağa korkudan karla karışık tipinin soğuğunda atın üzerinde terledi. Hasan Ağa, “Haydi, benim al atım şimdiden gerisi senin asaletine kalmış şey kurtar beni bu sıkıntılı halden. Bırakıyorum gemini kendi haline var götür beni Göksun’a” der. Atına övgüler yağdırarak, şunları söyler;
Kendin seklavi (1) de ol aslın belli
Arkadaşım sensin sür yolu doğru
Aşılmaz dağların başı boranlı
Bu günler de geçen günler hoş imiş
Boş imiş gönlümde sürdüğüm demler
Kuru olmayınca aşılmaz beller
Çağırır Mevla’yı sıkışan kullar
Eser poyraz, tipi, boran kış imiş
Kara kışta dağlar giymiş donunu
Mevla açsın yalınızın yolunu
Darda koymaz yarattığı kulunu
Bu gün rüya gördüm çeşmim (2)yaş imiş
Bir boran da ayrı düştüm yoldaştan
Zan eyledim hayal gibi düş imiş
Şükür eyledim şu gönlümü eyledim
Fikr’eyledim yalan dünya boş imiş
Hasan Ağa’yı cins seklavi al atı selametle Göksun’a getürür. Hasan Ağa yedinci karısını da Göksun’dan aldı. Evine gelerek her karısına bir oda verdi. Yıllar geçti yedinci karısından da çocuk olmadı. Bu haline çok efkârlanan Hasan ağa, üzüntüden hastalanarak yatağa düşer.
Bir zamanlar kendi köyünden, gençliğinde sevip de alamadığı, Sarız'ın Kurtçu köyünde Bedevi Ağa’ya gelin giden Elif Hatun, Hasan Ağa’yı ziyarete gelir. Elif Hatun Sarız elinde ün yapmış Osmanlı bir kadındı. Erkekler meclisinde bulunur, söylediklerini yaptırır cinsten erkeklere taş çıkartan biridir.
Elif Hatun’un atı Hasan Ağa’nın konağının kapısına gelince, atının gemini çekti. At olduğu yerde saymaya, gerdan kırmaya başladı. Hasan Ağa’nın uşakları koşup, Elif Hatun’un atının geminden tutarak; “buyurun inin” dediler.
Elif Hatun ; “Koca Hasan neden karşılamaz beni?”
Uşaklardan biri; “Hasan Ağa hasta yataktan kalkamıyor.”
Elif Hatun attan indi, kafasını biraz daha dik tutarak, başındaki fesi düzeltti, heybetli adımlarla merdivenlerden çıkarak Hasan Ağa’nın konağına girdi. Hasan Ağa’nın odasına girince, “Bre koca kurt sana yatağa düşüp hastalanmak yakışır mı?” dedi.
Hasan Ağa Elif Hatun’un geldiğini görünce yatağının içinde toplanıp oturdu. Hoş beşten sonra Elif Hatun’un geldiğini duyanlar Hasan Ağa’nın yattığı oda da toplandılar. Her gelen Elif Hatun’un halini hatırını sorduktan sonra, oturanlardan biri: Elif Hatun Hasan Ağa’ya bir diyeceğin yok mu? İki söyle de dinleyelim. Ezber edip her yerde söyleyelim.
Elif Hatun’un da Hasan Ağa’dan geri kalır tarafı yoktu deyişlerde.
Elif Hatun; “Şimdi soracağım, bu dişleri sökülmüş koca kurt’a bakalım bana cevap verebilecek mi?”
Hasan Ağa yatağında üzgün; “Söyle kaltak karı da cevabını al benden?”
Odada oturan herkes Elif Hatun’un ağzına, dudaklarının üstünde ve çenesinin altında çıkan kıllara bakarak ne söyleyeceğini merakla dinlemeye başladılar.
Elif Hatun: Sarız ağaları gelmiş
Oturmuş iki geçeli (3)
Kirvesine at yollamış
Üstü has kırmızı keçeli
Hasan Ağa: Ağa konağım koyak, koyak
Merdivenim atmış ayak
Ağa konağımın kapısın da
Mor perçemli oğlan gerek
“Dur şimdi; senin önünü bırakırsam, kendini Osmanlı Paşası sanacaksın. İhtiyar görürsün sen. Atmış ayaklı konağın var öyle mi?”
Dünyayı helak ederim
Bedevi izin verse (4)
Korda yanına giderim
Elif’in söylediklerini dinleyen Hasan Ağa yatağından doğruldu. Gözlerinin içi parladı. Elif Hatun’a şu cevabı verdi.
Hasan Ağa: Elif Hatun nereden geldin
Gelince gönlümü aldın
Anam bacım kurban olsun
Ta olduğu gibi bildin
Elif Hatun Hasan Ağa’dan zorlu bir cevap alınca dinleyenler üzerinde göz gezdirdi. Herkes kendine bakıyordu. Biliyordu ki Hasan Ağa’nın yaralı yerine basmazsa, ona üstün gelemeyecektir.
Elif Hatun: Oğlum gibi oğlun var mı?
Getir oğlunu görüyüm
Terkeşlioğlu Hasan Ağa
İleri dur kız vereyim
Elif’in bu sözlerini hiç beğenmeyen Hasan Ağa üzülerek, kafasını yastığına koydu. Yastıkta gömülü kaldı. Üzgün eda ile şöyle dedi.
Hasan Ağa: Yüz liralık Ata bindim
Kafası değer yıldıza
Ben senden oğlan istemem
Hasret gittim bir kıza
Elif Hatun, Hasan Ağa’ya söylediğine pişman oldu. Az da olsa gönlünü almak için şöyle dedi.
Sarız Ağaları gelmiş
Gözledim vezir kalkmadı
Kulağı altın küpeli
Konağa gelin çıkmadı
Elif Hatun Terkeşlioğlu’nu yaralamıştı bir defa. Hasan Ağa yattığı yerden tavandaki isli hezenlere göz gezdirdi. Odada ki oturanlara bakıp onlara imrendi. Hepsinin de oğlanı kızı vardı. Elif Hatun’a cevap verdi.
Hasan Ağa: Ağa konağım ne berk yüce
Yatamadım saba haça
Silkinir Ata binerdi
Şimdi oldum Küm, küm koca
Herkes dikkatini Hasan Ağa’ya çevirdi. Elif Hatun’a kızgın gözlerini savurdular. Elif Hatun bu bakışlara sinirlendi. Hasan Ağa’yı hiç üzmek istemezdi. Söz oğlansızlıktan açılmıştı. Bedevi’nin karısı mat olupta, Terkeşliolu’nun karşısında pes etti dedirtmezdi.
Elif Hatun: Ağa konağı tutturmuşun
Şeker şerbet kattırmışın
Her şöhreti ettirmişsin
Getir oğlunu görüyüm
Elif Hatun’un bu sözleri de Hasan Ağa’yı yıktı. Halsiz bıraktı. Kelimeler Hasan Ağa’nın ağzından zor çıkarak;
Sen bende koymadın yürek
Alnı kıvrım perçemlice
Şimdi bana oğlan gerek
Hasan Ağa’nın bundan sonra söylemeyeceğine aklı kesen Elif Hatun, Hasan Ağa’yı biraz övmek gönlünü almak maksadıyla;
Elif Hatun : Oğlansız uşaksız bekâr
Ne şöhretli Atı seker
Elli kilim armağanı
Duyarım Sivas’a çıkar
Dinleyenler ikisine de maşallah dedi. Bundan sonra Hasan Ağa’nın hastalığı arttıkça arttı. Adı duyulan her ne kadar Hacı, Hoca, Cin darı varsa hepsini çağırdılar. Hiç birisi de Hasan Ağa’nın derdine deva bulamadılar.
Her gelen Talas’da Gülbenklioğlu diye bir doktor var. Hasan Ağa’nın derdine ancak o çare bulur dediler. Ermeni olan Gülbenklioğlu ihtiyar, ünlü bir doktordu. Hasan Ağa, hediyeler hazırlatarak, iki kişiye yedeklerine de bir At vererek, Talas’dan Gülbenklioğlunu alıp getirin şu Ermeniyi derdime deva bulsun, Bir oğlum olmadan ölmek istemiyorum diye gidenlere söyledi.
Talas’a (5) gidenler altı gün sonra geri döndüler. Gülbenklioğlu çok ihtiyar olduğu için at üstünde taa Sarız’a üç gün gidersem ben ölürüm. Selam söyleyin ağanıza kendi gelsin buraya diye haber yolladı.
İki gün sonra Terkeşlioğlu Hasan Ağa’yı, iki tekerlekli bir kanı arabasının üstüne yüklediler. Hasan Ağa’nın yanlarına içi su dolu tuluklar yerleştirdiler. Araba sallayıp rahatsız olmasın diye. Terkeşlioğlu’na Sarız, Aziziye, Tomarza’da ki tanıdıkları ile köylüler de katıldı. Hasan Ağa’nın arabası ile birlikte Talas’a bir insan seli akın etti. Talas kurulalı böyle insan kalabalığına şahit olmamıştı. Her ev beşer onar misafir aldı. Artanları da Cırlavuk (6) köyüne ve Kayseri’ye götürdüler. Her sabah Gülbenklioğlu’nun kapısı insan dolup taşıyordu. Hasan ağanın yedi karısından biri olan Dudu, en genç ve en güzeliydi. Başında duruyor alnındaki teri siliyor, kurumuş dudaklarına su veriyordu. İhtiyar Ermeni Doktor Gülbenklioğlu Hasan Ağa’yı iyice muayene etti. İki gün sonra Hasan Ağa’nın yüzüne karşı, “Sen bu dertten ölürsün. Yapacağım bir şey kalma yok. Yine de Allah’dan ümit kesilmez” dedi. Doktorun söylediğini duyan Hasan Ağa yatağında kıpırdadı. Beni oturtun dedi. Gülbenklioğlu ve karısı Dudu yardım ettiler. İki yastık daha koydular arkasına. Avşarların ileri gelenleri başında bulunuyorlardı.
Hasan Ağa ölgün sesi ile oradaki bulunanlara, şunları söyledi;
Dışarıda ay ışığı
Yok ki şuranın beşiği
Allah bir evlat verirse
Altın dövdürürüm aşığı
Köpüklü atımı bağlayan
Yorgun gönlümü eyleyen
Uğrun, uğrun ağlayan
Gel hele Dudu gel hele
Kara çadır kurulunca
Kahveye şeker kırınca
Ne olur Kadir Allah
Bana bir oğlan verince
Gel Dudu yanıma otur
Söyle eksiğimi yetir
Ben bu dertten kurtulmam
Git bin boğadan sümbül getir
Kumaş pırtım çekilirdi
Ağ konağa dökülürdü
Onu da bildin mi gönül
Âlem benden sakınırdı
Al atın üstüne bindim
Sarız’dan beri dolandım
Gadasını aldığım al at (7)
Hangi pınarda sulandın
Şu karşıdan bir yol gider
Evlatsızın yolu gibi
Belik burcu, burcu kokar
Andırının harı gibi
Sivas’a tazı yollarım
Üstüne çuha çullarım
Bana Terkeşlioğlu derler
Düşmanımı pek bellerim
Hasan Ağa’nın dudaklarından dökülen hazin kelimeler, hazırda bulunanları ağlattı. İhtiyar Doktor Gülbenklioğlu: Ömrümde ölüm döşeğinde birinin, şiir söylediğini, onu duyanların ağladıklarını hiç görmemişti. Bu hale şaşırıp kaldı. “Ağlamayın ağalar, beyler kurtulur inşallah” dedi. Hasan Ağa’nın son kelimeleri dudağından çıkarken anlaşılmaz hale geliyor, kulaklara ermiyordu. Göz bebekleri kaşlarının altına giriyor, gözünün akları dışarı çıkıyordu. Bir zaman dona kalıyor gözleri. Odanın içi tıklım tıklım insan doldu. Sessiz insanlar hep Hasan Ağa’ya bakıyor, Hasan Ağa’nın gözleri tekrar yerine geldi. Küçücük kalmıştı göz bebekleri. Tekrar baktı etrafındakilere. Hocanın okuduğu Kur’an sesi arasında İlahe illallah dedi. Hafif gülümsedi. Bir beyaz bulut geldi göksünden yukarı, dudaklarından yüzüne, alnından saçları arasında kayıp oldu.
Vakit geceydi. Hasan Ağa’yı sabaha kadar, Talas’ta Gülbenklioğlu’nun evinde beklettiler. Sabahleyin bir sal getirip içine koydular. Cenazenin ardından Reşadiye Köyüne kadar Talaslılar da geldiler. Hasan Ağa’nın salı (8) Sarız'ın Deştiye Köyüne varıncaya kadar binlerce kişi gözyaşı dökerek arkasından gitti. Bir öğle vakti Hasan ağanın cenazesi ak konağının önüne vardı. Seksen yaşında anası sarıldı Hasan Ağa’nın mevtasına açtı kefeni yüzünü öptü, öptü. Hasan Ağa’nın bir giysisini aldı eline oracıkta şu ağıdı yaktı.
Göç kirazdan aşarken
Çan öter kaya yankısı
Köse ağlayarak gitti
Emmioğlu kardeş hangisi
Benim oğlum yerli vezir
Başında meclisi hazır
Gazadan çıkmış geliyor
Ulaş hey boz atlı Hızır
Hürü de istiyor bebek
Eline vermedim hobak (9)
Gümüş zarfta altın tabak
Sahabelerin kim olacak
Sal beriden varır kene
Talaslı demiş maşallah
Gülbenklioğlu diyor ki
Ağam kurtulur inşallah
Çığırın Molla Ahmet gelsin
Bu derdime ortak olsun
Usanmışım bebeksizlikten
Efendi oğlunu bana versin
İnkâr etme kele Dudu
Kağnıyla gelir yemiş
Oğlum Talas’a gidiyor
Gidiyor ama gelmem demiş
Evvelki inen, inmez oldu
Kahve ocağım yanmaz oldu
Çağırınca buyur diyen
Komşu yönün dönmez oldu
Haydin gidek yurtlarına
Ot yedirin Atlarına
Uzan oğlum, gölgen düşsün
Örtülünün Kürtlerine
Hasan Ağa ebedi istirahatgahına çekildi. Hemşehrileri onu unutmadı 110 yıl oldu Hasan Ağa öleli. Obaları onu kalplerinde yaşattı. Hala da yaşatıyor. Hasan ağanın ağıtları türküleri dilden dile dolaşır.
1- Seklavi: Araplar tarafından kabul edilen, adını Arap kabilelerinden alan Arap atı ırkı içerisindeki dişiliğin, güzelliğin ve inceliğin sembolü olan bir tip.: At cinsi. 2- Çeşmi: Göz. 3- Geçeli: Karşılıklı 4- Bedevi: Erkek adı.
5- Talas: Kayseri İline bağlı ilçe. 6- Cırlavuk: Kayseri İline bağlı köy. 7- Gada: Dert, hastalık, belâ. 8- Sal: Hasta, yaralı ya da ölü taşınan sedye. 9- Hobak: Çocuk oyuncağı, topaç. 10- Gidek: Gidelim.